"250...251..252..2"
Tam günlük şınav rutinimin ortasındayken Sude elinde, benim için hazırladığı yemekle çıkagelmişti. Derin bir nefes alarak sertçe verdi. Hafiften sinirlenmiş görünüyordu. Kafasını iki yana sallayarak yemeği yanımdaki masaya bıraktı ve "Delirdin mi sen ? Ya benden başkası girerse ne olacak?" dedi. Beklentimin aksine sesi sinirlenmiş gibi değil de daha çok tedirgin olmuş gibiydi. Ani bir hareketle ayağa kalktım. Esprili bir şekilde "Neyse ki gelen sendin." dedim ve bıraktığı yemek termosunu heyecanlı bir şekilde açtım.
"Yine mi tarhana.."
Sude:
-Beğenmediysen getirmeyeyim bir daha ?!
Ben:
-Yok yok çok teşekkür ederim...Kaderime mahkum bir şekilde yemeğimi yemeğe başladım. Evet kelimenin tam anlamıyla bir mahkumdum. Beş gündür bu dört duvar arasında tek konuştuğum kişi Sude'ydi. Birileriyle konuşmak bir yana kalsın, güçlerimden olsa gerek içim enerjiyle dolup taşıyordu. Yüzlerce şınav, mekik, squat gibi gibi spor hareketleri yapsam da azalmıyordu. Hatta gün geçtikçe içimdeki enerjinin arttığını hissediyordum.
Ortamda bir sessizlik vardı. Normalde, akşam hastane tenhalaştığında gelir, yemeği bırakır ve derhal ayrılırdı. Biraz oyalanır ve geri gelirdi. Ben de hazır o gelmişken ne olup bittiğine küçük bir göz atmak için bilerek termosu alırken eline temas ederdim. Ancak dün elini benden sakınmıştı.
Elini sakındığı zamanda ikimiz de termosu tutuyorduk. Ona dokunmamama rağmen, o anda da zihninden geçenleri duyabilmiştim. Tahmin ettiğim gibi "Bugün bana dokunamadın pis sapık." diyordu. Zaten zihnini okumasam da gözlerinden bunu anlayabilirdim. Gün geçtikçe daha sertleşiyorlardı. İşler yoluna oturduğunda, kesinlikle ona büyük bir özür ve teşekkür borçluydum. O gün gelince beni anlayışla karşılamasını umuyordum.
Çorbayı bi çırpıda içerek, tası komidine bıraktım. Tam o anda Sude'yle göz göze geldik. Yine konuşacak gibi yapıp konuşmuyordu.
Ben:
-Benimle konuşmaktan çekinmez misin, her seferinde aynı şey oluyor.
Sude:
-Doğru.. Bak..
Ben:
-Bakıyorum?
Sude:
-Her seferinde buraya yemek getirip götürmek, gizlice seni idare etmek gerçekten çok zor olmaya başladı. Her an yakalanabilirim, haberin olsun..Eninde sonunda bunun geleceğini biliyordum ama tahminimden biraz erken olmuştu. O an düşüncelere dalarak kafamı sallamaya başladım. Samimi bir ses tonuyla "Yine de yardımcı olduğun için teşekkürler, bir şekilde halledeceğiz." dedim. Öyle desem de kafamda hiçbir plan yoktu. Sadece insanların aklını okuyarak bir yere varamazdım. Benim de fazladan bir şeyler yapmam gerekliydi. Bu güçlerin bana sınırsız şöhret ve para getireceğinden emindim ama ben bunu sadece bir bela olarak görüyordum. Kimsenin bilmemesi, her türlü benim için daha iyi olur diye düşünüyordum.
İnsanoğlu çok korkunç varlıklardır. Her insanın içinde kendi çıkarları için yaşamak yatar. Bu saatten sonra da dünyanın eski düzeninde devam etmeyeceği de çok belliydi. Kendi çıkarları peşinde koşan insanoğlunun bir deney faresi olmak kesinlikle istemiyordum.
Düşünceler içerisinde bir diğer tastaki dolmayı da bitirmiştim. Ortamın soğukluğunu biraz gidermek için, "Sen mi yaptın bunları?" dedim sırıtarak. Yüzünü buruşturarak, irite olmuş bir şekilde "Senin için neden yemek yapayım ki?" dedi. Bir samimiyet kurabileceğimize olan inancım o an tamamen sıfıra inmişti. Seslice nefes vererek kafamı iki yana savurdum ve ona anlamsız bir bakış attım. O uykulu gözlerle atılan bakıştan.
"Yemek için teşekkürler." diyerek tasları düzenleyerek ona doğru ittirdim. Küçük küçük üfleyip püfleyerek yemek termosunu aldı ve ayağa kalktı. Adımlarının yankılanışı eşliğinde kendimi yatağa doğru bıraktım. Artık yeni günde ne yapmam gerektiğine dair bir plan yapıp buradan kaçmam gerekiyordu.