akvaryumlardaki balıklardan korkmak gereklidir, öğreneceksiniz siz de. yanlarından geçersiniz, bilmem kaç metre kalınlığında ve büyük ihtimalle dünyanın en sağlam maddesinden yapılmış boydan boya kaplamalı camların tam yanından ilerlersiniz, bazılarına gözleriniz değer, içlerini okursunuz da ses edemezsiniz. ilk önce samimi bir şekilde bakarlar size, şaşırıp "yuh lan!" dersiniz, sonlara doğru bozulan gülümsemelerini hiçbiriniz göremez ben dışında. sırtınızı onlara çevirdiğinizde düşmanlaşır bakışları, nefret ederler sizden, kapatıldıkları o koca delikten nefret ederler, aynı ortamda sürekli yüz yüze geldikleri süslü balıklardan nefret ederler, sessiz dünyanın en sessiz katilleridir onlar; hislerinizi öldürürler. ve gitme şansını onlara verirseniz hiç düşünmeden terk ederler sizi, on beş saniye bile düşünmeden yok olursunuz zihinlerinde. size ayıracak zamanları kalmaz, gülümseyecek vakitleri tükenir ve sizi terk edilişinize hazırlar o orospu çocukları, biliyorum; jimin de onlar gibi yapmak isteyecek, hissediyorum.
tek bir şansa bakacak, yalanlarını defterine not alıp her biri için özür dileyecek sonrasında, ağlayacak olmadığı için, zırıl zırıl hem de, yarını yokmuş gibi ağlayacak ve ben ona şans vermekten başka her şeyi yapacağım. jimin'in beni terk etmemesi için elimden gelen her şeyi yapacağım, eskide kalmaması için tüm inisiyatifimi kullanıp gözümde bir enayi olmaması için çabalayacağım, inanma şansını bana tanımasına izin vermeyeceğim ve hiçbir zaman anlatamayacağım ona. beni anlamayacağını biliyorum çünkü o hiç anlamadı, anlayamadı, göremedi ve sesimi duymadı jimin. görmemesi için ultra çaba harcadığım hiçbir şeyi göremedi ve ona gösterdiğim minik kısımlarımı bile tanıyamadı jimin, olayı kavrayamayıp beni suçladı. orospu çocuğu. orospu. çocuğu. jimin yavşak piçin teki ve ben ona canımı yakma şansı vermeyeceğim. yılbaşı ağacına adımı yazdığı kağıdı saklasa bile affetmeyeceğim, akvaryumundan çıkmasına izin vermeyeceğim, vermemeliyim, jimin'e hayâl kurma fırsatı tanımamalıyım, beni incitecek, biliyorum, biliyorum, yaralayacak, çizecek, biliyorum. ve şu an kapımı çalışıyla da sarsılmamı anlamlandıramıyorum. gidişleri kazandıramıyorum, geri gelmesini sağlayamıyorum, "gel" diyemiyorum ki hiçbir zaman da diyemeyeceğim, biliyorum. en çok ben biliyorum, hissediyorum, tanıyorum ve jiminsizliği deniyorum.
iki bin yirmi dördün ocağının üçüncü günü, min yoongi bir gecekonduda doğdu, büyüdü ve kalıp yargılardan muzdarip bir dert çanağı oldu. dert doğdu kendi içinde, hüznünü büyütüp derdine yoldaş etti de yaşadı daima, on sekizinci yaşının intihar mevsiminde bile düşüncesi derdin çocuğu olan aşk oldu; dertten kurtulamadı min yoongi.
iyi ki doğdun değil, vallahi değil, doğdum ama iyi ki değil. mavi, beyaz ve onun ardında da kiremit kırmızısı, iyi ki değil bu işler, anlamıyorsunuz. jimin çağırıyor, jimin adımı seslenirken de anlamayacaksınız. hapishaneye kilitlenmiş balıklardan birisi olmaktan değil, onlara inanmaktan korkuyorum ben.
//"Yoongi?" seslendi, kamburumla oturduğum sandalyede iyice küçüldüm, çıkarma sesini, nolur sus diye bağırmak istedim, hiç duymadı beni ve devam etti, öldürecekti lâkin yeniden seslendi; "Yoongi, göletin oraya gidelim mi?'"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boş okyanusun dibine dalıyorum , yoonmin
Novela Juvenilyatağın en uzak köşesine oturdu, anladım ki derdi de kendisi de ömürlüktü.