{Hafta sonu}
(Jungkook)
Sabahın erken saatlerinde kalkıp düzenli olarak koşu yapmak aslında çok zahmetli bir işmiş gibi gözüksede yapıldıktan sonra oldukça rahatlatan bir şey benim için. Geceden kalma puslu havanın alacakaranlığında kalkıp sokaklara düşünce ister istemez insan bir tuhaf oluyor tabii. Aylardır rutin hâlinde yaptığım bu sabah yürüyüşünde "Herkes sıcacık yatağında mışıl mışıl uyurken ben ne halt yemeğe kalktım da koşuyorum bu sokaklarda?" diye soruyorum hâlen daha kendime.
Yaz aylarındayken sabah koşusu yapmak çok daha eğlenceli olurdu aslında. Gün erken ayar ve kuşlar daha da bir şen şakrak ötüşürlerdi. Güneş ufuk çizgisinde belirir, binaların arasından parıldardı. Sabahın o soğuk havası güneşin doğuşuyla birlikte kırılıp yumuşardı hemen. Kumruların apartman çatılarından beri ötüşü, martıların doğan güneşle birlikte gökyüzüne havalanıp pırıl pırıl parladığı o yaz sabahları çok daha güzel olurdu.
Tabii o zamanlar hayattan pek bir beklentim yoktu benim, sadece kendime odaklanmaya çalışıyordum ama nafile. Hayatımın bir anda tepetaklak oluşuyla kaybettiğim insanların yokluğunu kabullenmeye çalıştığım yaz günleriydi o zamanlar. Tüm psikolojik sorunların omuzlarıma yük olduğu o sıcacık yaz günlerinde kara yağmur bulutlarıyla etrafta dolaşan bir felâkettim resmen.
Yüzüm asla gülmezdi, hep bir somurtkanlığım vardı başka da bir şeyim yoktu. Yediğim içtiğim eski tadını vermezdi, uykularım kaçar geceler bana bu evin içerisinde zehir olurdu resmen. Gözlerimde biriken yaşlar bir an olsun bile kuruyup gitmezdi, âdeta kirpiklerime çiğ damlaları gibi yapışıp kalırlardı. Gözlerimin beyazları günden güne daha da sararıp sürekli gözyaşı döktüğüm için de kan çanağına dönerlerdi. Uykusuzluktan göz altı morluklarım da git gide yanaklarıma doğru inerdi.
Günlerce yemeden içmeden sadece evin balkonunda oturup etrafı seyrederdim. Hiçbir şey düşünmeden sadece mavi göğün berraklığına bakıp ağlardım. Bulutlar rüzgâr estikçe etrafa dağılırdı, mavilik zamanla kızıllığa dönerdi. Akşam trafiği başlardı yine her zamanki gibi, sokaklara dökülen insanlar sevdikleriyle kol kola şehir meydanına eğlenmeye giderlerdi. Bense bir önceki geceden kalma iki saatlik uykuyla sabahın bir vaktinden gece yarısına kadar olduğum yerde öylece otururdum.
Yunhee'nin cenazesinden ve de annemin sırra kadem bastığı o günden bu yana geçen süreç tam anlamıyla bitmek bilmeyen bir kâbustu. Asla hareket edemediğim, kimseye seslenip derdimi anlatamadığım ve de uyanamadığım bir kâbus gibiydi resmen. Saatlerim bomboş bir şekilde su gibi akıp geçerdi. Günler de kum saatinden akan kumlar gibi birbir uçup giderdi. Hiçbir şey anlamazdım yaşadığım hayattan, isyan da etmezdim aslında sadece düşünürdüm. "Neden?" derdim hep kendime, "Neden bu hâle geldim?" diye düşünürdüm saatlerce.
Haftada üç gün Busan'daki Nari teyzem kalkıp üç saatlik hızlı tren yolculuğuyla yanıma gelirdi hiç erinmeden. Elleriyle yaptığı envai çeşit yemeği kapaklı kutulara koyup bana getirirdi. Çünkü bilirdi kendime bakmayacağımı, ölmek için bir taraflarımı yırtacağımı... Kalkıp bir bardak su bile içmeyip kendimi aç bırakacağımı bilirdi o.
Oturturdu beni yemek masasındaki ahşap sandalyeye, dizerdi önüme pişirip getirdiği yemekleri. Kaşık tutmaya gücüm olmazdı titrerdi parmaklarım. Varamazdı bir türlü ellerim o tabaklara, gözlerim dolar ağlardım dakikalarca o masada. Sonra teyzem gelir yanıma oturur sırtımı sıvazlardı, alırdı eline kaşığı tek tek yedirirdi her şeyden biraz da olsa.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hu Hu? - tk ✓
Fanfic"Bir baharda gelip bin bahar yaşattın gözlerinle." İntihar denemelerinin başarısızlığından kendini dünyadan soyutlayan Jungkook'a, yiyip içip hayatını yaşayan bir başkasına platonik Taehyung komşu olur. "Şey su borum patlamış da sende kalsam bu ge...