2.Bölüm: Osaki Shotaro ve aptal doğum günü dileği

5 0 0
                                    

JAGWAR TWIN// Happy Face
Kirlenip çamurlanmış beyaz kıyafetlerim, gerçek anlamda oluk oluk kan damlayan yaralarım ve soğuktan titreyen bedenim ile dışarıdan bakıldığında bir evsiz gibi görünüyor olmalıydım. Kaldıki zaten evsizdim. İnsanlar benden iğrendiklerini saklama gereği bile duymuyorlardı. Bir kadın, bana tuhaf tuhaf bakan küçük kızını hızla kenara çekip çocuğun gözlerini elleriyle kapattığında çoktan utanç içinde otobüsün bir köşesine sinmiştim bile ve daha da kötüsü içten içe kadının çocuğunu öyle kaçırırken ne kadar haklı olduğunu düşünüyordum.
Yanlış bir şey yapmamıştım ben, ama yinede kendimden utanıyordum. Hiç tanımadığınız ve sizi hiç tanımayan insanlarla dolu bir ortamda, gününüzün ne kadar boktan geçtiğini ve hatta soğuktan ölmezseniz bile bir sokak köşesinde açlıktan kıvranarak ölmeden önce son bir umudunuzun kaldığı konusunda hiç bir fikri olmayan insanlarca her bakımdan yargılandığınızı bilmenin ne kadar küçük düşürücü olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Otobüs bir sonraki durağa yaklaştığında gitmem gereken yere henüz varmamış olmama rağmen kendimi dışarı atmıştım. Bu berbat duyguya daha fazla dayanmam mümkün değildi. O bakışlara bir durak daha katlanmaktansa bir durak boyunca yürümek daha cazip gelmişti. Dondurucu soğuğa rağmen dik durmaya çalışarak bir şekilde Hardy'nin evine varmıştım. Şifresini ezbere bildiğim apartmana girerken gözümden bir damla yaş akmasına rağmen gülümsüyordum çünkü Hardy'e güveniyordum. Gülümsememle soğuktan yara olmuş dudağım kanamaya başlamıştı ama bunu bile umursamamıştım çünkü birazdan daha iyi hissedeceğimi biliyordum. Yanılıyordum.
Bir aptal gibi Hardy'e gözüm kapalı güveniyordum bu yüzdende içimde büyüyen o umutla kapıyı çaldığımda saniyeler sonra kötü olan her şeyin son bulacağına kendimi çoktan inandırmıştım ama o saniyeler çoktan geçip gitmiş olmasına rağmen kapı açılmamıştı belkide evde değildi. Vazgeçmeyi düşünmüştüm dönüp arkamı gitmeyi düşünmüştüm ancak gidecek bir yerim olmadığı gerçeği kafama dank ettiğinde şansımı tekrar deneyerek zile bir kez daha basmaya karar vermiştim.
Elim henüz süslü kapı ziline ulaşmadan içeriden belli belirsiz sesler gelmiş ve böylece ne zamandır tuttuğumu fark etmediğim nefesimi tekrar derince alarak zili çalmıştım. Yine bir yanıt alamayınca telefonumu cebimden çıkartmış ve daha ne kadar kötü bir gün geçirebilirdimki dememe sebep olan o manzarayla karşılaşmıştım. Ön camı tamamen tuzla buz olmuş bir telefon. Merdivenlerden düşerken kırıldığına inandığım ekrana bakıp hala çalıştığını gördüğümde
Rehberimden hızlıca Hardy'i bulmuş ve bu sefer bir yanıt alabilmek için dua etmiştim. İkinci çalışta ise o yumuşak tatlı sesi duyabilmiştim.
"Shotaro?" Akşam buluşacağımızı konuşmuştuk bu saatte onu aramamı beklemiyor olmalıydı.
"Hardy. Konuşabilir miyiz?" Uzun cümleler kurabilecek bir halde değildim zavallıca olsa da onun beni anlamasını umuyordum.
"Konuşalım tabi nerde istersin? Seni evden alıyim mi? Bir şey mi oldu?"
"Gerek yok kapının önündeyim aslında."
"Canım ben.. yani kulaklık takıyordum zili duymamış olmalıyım. Erken gelmişsin seni en azından 3 saat sonra bekliyordum... Yani ondan. Hemen geliyorum." Sesi gergin gibiydi ona bir sorun olup olmadığını sormak istemiştim ama telefonu anında yüzüme kapatmıştı. Hemen ardından kapı açılmış ve kocaman gözleriyle şaşkınlıkla bana bakan Hardy karşımda öylece dikilmeye başlamıştı. Bir sorun olduğunu anlamıştı ama bunu beklemediğine emindim. Beni içeri davet etmemişti ama ben de o sırada bunu düşünecek değildim. Evlatlık olduğumu biliyordu ve ona kalanları anlattığımda da noktaları birleştirmişti. Bu konuşmayı böyle ayak üstü yapmayı beklemiyordum gerçi ben konuştukça Hardy'nin kapıyı biraz daha kapatmasını da beklemiyordum.
"Senin için çok üzüldüm. En iyisi bunu sonra konuşalım olur mu? Yani ne diyeceğimi bilemiyorum ve eminim sen de çok şaşkın olmalısın o yüzden bu günkü buluşmamızı ertelesek daha iyi olur gibi. Beni anlıyorsun değil mi?"
Onu anlıyor muydum? Evet kesinlikle çok iyi anlıyordum o az önce beni terk etmişti. Bir günde iki defa bu bir rekor olmalıydı. Her şey çok hızlı yaşanmıştı Hardy beni baştan beri hiç sevmemiş miydi? Onun için benden vazgeçmek bu kadar kolay mıydı? Nerde yanlış yapmıştım? Hayır. Hayır Hardy sadece şaşkındı ve zamana ihtiyacı vardı çünkü benim Hardym ne olursa olsun benden asla vazgeçmez, beni asla yalnız bırakmazdı. O benim bir damla göz yaşıma dayanamazdı. Ona inanıyordum. Hardy aralık olan kapıyı yavaşça kapatmak için hareketlendiğinde başka bir el kapıyı sonuna kadar açmıştı. İşte bu da benim üçüncü darbemdi.
Altında, Hardy'nin doğum gününde kendi harçlığımı biriktirerek aldığım eşofman, yüzünde ise aşağılayıcı bir gülümsemeyle bana bakan Jiho ile göz göze gelmiştim. Ne yaptıklarını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Ben henüz Hardy'den aldığım darbeyi sindirememişken ve onun için kendimce bahaneler üretirken bu seferde en yakın arkadaşım tarafından sırtımdan bıçaklanmıştım.
"Vay be herkese birlikte olduğunu açıkladığın kişinin haline bak. En baştan sana söylemiştim beni seçmeliydin. Böyle gizli gizli buluşmamıza da gerek kalmazdı hem." Bunca zaman benim arkamdan iş çevirmişlerdi, beni aptal yerine koymuşlardı. Kim bilir kaç kere ne kadar aptal olduğumla ilgili benimle dalga geçmiş bana gülmüşlerdi. Ben bu güne kadar kimseyi tanıyamamıştım.
"Jiho içeri gir lütfen." Hardy'nin sesi yumuşaktı sakindi onun tarafındaydı ilişkilerini öğrenmem bile onu rahatsız etmemişti şimdi onunla rahatça birlikte olabileceği için mutluydu belkide. Jiho ise onu ikiletmemiş zıplayarak içeri geçmişti.
Hardy ciddileşen yüz hatlarıyla beni hiç çekinmeden süzmüş ve "Onun yanında söylemek istemedim Shotaro ama belkide ilişkimizi tekrar düşünmeliyiz. Benim bir adım var ve-" demişti ancak cümlesini bitirmesine izin vermeye niyetim yoktu.
"Düşünmeye gerek yok. Bir daha görüşmeyelim yeter." Arkamdan bağırıyordu ama geri dönmek gibi birdüşüncem yoktu zaten ben daha doğru dürüst uzaklaşamadan o da kapıyı kapatmıştı. O mükemmel ilişkimizin onun için anlamı baştan beri bir hiçmiş.
Bir gecede iki kez terk edilmiştim.Sevgilimi, ailemi ve en yakın arkadaşımı kaybetmiştim. Dürüst olmak gerekirse duygusal acım fiziksel acımı çoktan geçmişti. 18 Yaşıma girdiğim gibi ailem dediğim ve onları memnun etmek için elimden gelen her şeyi yaptığım kişilerce cebimde komik denecek miktarda az bir parayla kapının önüne konmuştum üstelik evden tek bir çorap bile almadığından emin olmak için bunu bana beni kapının önüne koyduktan sonra söylemişlerdi. Yüzüme kapanan kapı ile beraber gidecek bir yerim olmayınca en güvendiğim kişinin, sevgilimin kapısını çalmıştım ve artık ailemin desteğini almadığımı söylediğimde bir kez de onun tarafından terk edilmiştim.
Komikti, trajikomik. Bir gecede sevdiğim ve değer verdiğim herkes için ne kadar kolay vazgeçilebilir olduğumu öğrenmiştim. En yakın arkadaşım, sevgilim, ailem hepsi için değerim bu kadardı işte. Yürürken nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Yeterince uzaklaştığımdan emin olunca ana yolun yakınlarında bir mağazanın vitrinine sırtımı yaslamış gidebileceğim bir yer düşünmeye başlamıştım. Bir kaç kişiyi aramayı denemiştim ama belliki Jiho onlarla çoktan konuşarak her şeyi anlatmıştı ve kimse de benimle uğraşmak istemediğinden telefonlarımı açmıyordu. Belki de çok geç olmadan bir bardak bulup bu dilenci görünümümün hakkını vermeliydim.
Etrafa boş boş bakarken yolun sonundaki benzinliğe gözüm takılmıştı. Benzinliğin önüne geldiğimde utançtan içeri girememiş uzun süre dışarda öylece durmuştum. Sonunda birbirinden hareketli dört çocuğu olan bir aile benzin istasyonuna atıştırmalık almak için girdiğinde arkalarına karışmış dikkat çekmediğimi umarak içeri girmiş ve hemen en arkada bulunan lavaboya doğru ilerlemiştim şansıma içerisi boştu.
Altımdaki bol pantolonu sıyırmaya çalışmıştım ama kanamış dizimden akan kanın kurumuş olması bana hiç yardımcı olmuyordu canım acıyordu avazım çıktığı kadar bağırarak ağlamak istiyordum ama yapamazdım kimsenin dikkatini çekmemeliydim. Göz ucuyla muslukların yanındaki peçetelere bakmıştım. İstemesemde bir kaç parça almış ve buruşturup ağzıma tıkamıştım. Tek seferde pantolonu hızlıca yukarı çekmiş ve yaraların tekrar açılmasına sebep olmuştum. Ağızımdaki peçeteleri çöpe attıktan sonra temiz bir taneyi alıp suyla ıslatmış sonra da beceriksizce yaralarımı temizlemeye başlamıştım. Dizimin en azından mikrop kapmayacak olduğundan emin olunca yüzümü soğuk suyla sertçe yıkamıştım sanki bu su bütün sorunlarımı çözecekmiş gibi soğuk suyu yüzüme çarpıyordum. Lavabodan çıktığım gibi kasiyer tuhaf gözleriyle beni süzmüştü. Bakışlarından bile belliydi beni yargılıyor olduğu. Bir şey çalmadığımdan emin olmak istermişçesine gözlerini bile kısmadan beni izlemeye devam ettiğinde bu baskıya daha fazla dayanamayıp kasaya doğru ilerlemiştim ne olduğuna bile bakmadığım paketli bir keki raftan alıp tezgaha bırakmış ve çantamdan cüzdanımı çıkartmıştım o sırada gözüme takılan doğum günü mumlarıyla gülümsemiş ve on sekiz yaşıma girmiş olmama rağmen sadece 1 sayısı şeklindeki mumu alarak kadına uzatmıştım. Sonuçta 18 yıldır hayatta olsam da çevremdeki insanları gerçek anlamda sadece bir gündür tanıyordum ayrıca mumlar pahalıydı özellikle de benim gibi yatacak bir yeri bile olmayan biri için ama yine de anlamsız harcamamı yapmıştım. Parayı ödeyip bir an önce defolup gitmeden kadına dönüp çakmağı olup olmadığını sormuştum o ise bana acımış olmalıydı ki cebinden çıkardığı pembe çakmağı bana uzatırken tereddüt etmemişti.
"Sende kalsın." Bende kalsın. Bunu benden iğrendiği için yaptığını biliyordum berbat görünüyordum ve o da benim dokunduğum şeye tekrar dokunmaktansa yenisini almayı tercih ediyor olmalıydı. Gururum sanki mümkünmüşçesine daha da incindi ama onu reddetmedim sadece bir teşekkür mırıldandım ve verdiği çakmağı cebime koyarken bunun benim doğum günü hediyem olduğunu düşünerek bir kez daha gülümsedim ama bu seferki gerçekti.
Bir bank buldum ve hala elimde tuttuğum keke ilk kez baktım. Vişneliydi. Nefret ederdim ama yinede özenle paketini açtım ve aldığım 1 mumu üzerine yerleştirdim. Cebimden çıkarttığım pembe çakmağı biraz incelemiştim özel bir şey yoktu ama o anda her şey bana aynı anda hem çok anlamsız hem de çok duygusal geliyordu. Çakmağı bir kaç kez yakmaya çalıştım ama bitmek üzere olduğu için zordu. Sonunda başardığımda elimi korkutucu derecede yakın tutmuştum o titrek aleve çünkü soğuktan ellerimi hissedemiyordum. Bir süre sonra elimin yandığını fark ettiğimde elimi çekip mumu yakmıştım istemeye istemeye ve bir dilek tutmuştum. Her yıl formaliteden yaptığımız bu hareket belkide bu gün kendimi bir köprüden atmamak için sıkı sıkıya bağlandığım bir umuttu benim için ama hayat bir kez daha bana sırtını çevirmiş ve ben daha mumu üfleyemeden esen sert rüzgarla sönmüştü titrek alev.
Dudaklarımdan histerik bir gülüş dökülmüştü. Her şey daha ne kadar kötü gidebilirdi ki?
Cebimdeki parayla üç günden fazla hayatta kalamazdım üstelik uyuyacak bir yerim bile yoktu ama o anda fark ettiğim bir şey vardı. Güvenin bana "Ne kadar zor duruma düşerseniz o kadar cesur olursunuz."

𓍼

Yanlış Seçimler ve Onları YapanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin