Korkuyordum.
İçimdeki karmaşık hisleri açıklayabilecek tek kelime buydu: Korku.
Kışın ortasında, kolumdan tutulduğu gibi kapı önüne atılmış, incecik kıyafetlerle sokağa terkedilmiştim. Bunun bir gün olacağından elbet haberdardım, fakat bu kadar soğuk bir zamanda başıma geleceğini hesaplayamamıştım.
İngiltere'nin kuzeyinde yer alan küçük, gösterişsiz bir yetimhanede büyümüştüm. Yetersiz alandan ötürü yeni yetimler kabul edilmez, çok nadiren kapılarını dışarıya açarlardı. Kızlar büyüyüp, belirli bir yaşa gelene dek beklenir, eğer hala onların deyimiyle 'bir baltaya sap' olamadılarsa sokağa salınıverilirlerdi ki yeni çocuklara yer açılsın. Ben de bu şansı yaver gitmeyen kızlardan biriydim. On sekizime basmış olup olmadığım bile muammaydı, hoş, doğum günüm ne zaman hiçbir fikrim yoktu. Fakat yine de bu acı kaderden kurtulamamış, karın ortasına bırakılıvermiştim.
Ne param, ne de gidecek bir yerim vardı. Şahsıma ait tek eşyam boynumdaki paslanmış haç kolyesiydi. Çok değerli bir şey sayılmazdı, muhtemelen gümüşten yapılma, el yontması bir kolyeydi. Gösterişsiz, soluk renkli bir şeydi. Bulunduğumda avucumun içinde sıkıca bunu tutuyormuşum söylenene göre, bu nedenle iyi para da etmeyeceğini bildiğimden hiç satmaya niyetlenmemiştim, ne de olsa bana bebekliğimden bir hatıraydı. Belki de beni ben yapan tek ve son parçamdı.
Günlerce sokaklarda sersem sersem yürümüş, iş aramıştım. Fakat küçücük bir kentte, bir başına dolaşan genç ve tecrübesiz bir kızı kimse ciddiye almamıştı. Oysa elimden her iş gelirdi; dikiş dikmek, temizlik yapmak, çocuk bakmak... Ben hepsine alışmıştım yetimhanede. Kendime güvensem dahi bana benden başka güvenen olmamış, bu arayış bir sonuç getirmemişti. Ta ki bu sabaha kadar.
Evsiz kalışımın üçüncü gününde, artık soğuktan telef olmak üzereyken şansımı denemek için bir terzi dükkanına girmiştim. Dükkanın sahibine derdimi anlattığım sırada bir kadın gelmiş, konuşmaya şahit olmuştu. Bu kadın orta yaşlarının sonunda, yumuşak bakışlı ve hafif tıknaz bir hanımdı. Orta gelirli biri olduğunu giyiminden anlamıştım. Dükkan sahibi tarafından reddedilişimi duyduğunda, bana iş arayıp aramadığımı sormuştu.
''Elinden ne iş gelir? El çabukluğu ile evi temizleyebilir misin?'' diye sordu.
Sonunda bir umut iş bulabileceğimi anladığımda, gözlerim parlayarak ''Bana uygun görülen her işi yaparım, efendim.'' diye çabucak cevapladım.
Kadın, beni baştan aşağı süzdü. ''Oldukça çelimsizsin. Koskoca köşkü nasıl temizleyeceksin... Pekala senden başka hizmetliler de olacak, ama...''
''Ben sorun etmem! İçlerinde en hızlı çalışan ben olurum, gerçekten!'' diye atladım kadını ikna etmek için. Kararsız kaldı bir süre, fakat sonra başıyla onayladı.
''İyi, gel o halde. Hollow köşkü için çalışacaksın, maaşın yıllık on pound. İzin vaktin pazar sabah sekiz ile öğleden sonra beş arası. Eğer bu şartları kabul ediyorsan, köşkün hanımı da seni onaylarsa işe başlayabilirsin çocuğum.'' dedi. ''Adın nedir?''
''Adele, efendim.'' diye yanıtladım hafifçe gülümseyerek.
Maaşı çevredeki hizmetçilik işlerine kıyasla daha yüksekti. Bunun nedenini merak etsem de o an bunu sorgulamak bana düşmezdi. Bu cömertliği için henüz adını bilmediğim hanımefendiye teşekkür ederek peşine takıldım ve şehrin içindeki diğer işlerini halletmesi konusunda ona yardım ettim.
Yolda, adının Bayan Ingram olduğunu ve Hollow köşkünde uzun senelerdir çalıştığını öğrendim. Bayan Ingram, katı fakat tatlı bir bayandı. Lafının arasına serpiştirdiği ''evladım, çocuğum'' gibi kelimeler ona ısınmamı sağlamıştı bile. İyi niyetini beni işe almayı kabul ettiğinde görmüştüm zaten. Bana Hollow köşkü ile alakalı bilgiler verse dahi, anlattığı hiçbir şey beni orada yaşayacaklarım için hazırlayamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Master's Piece [gxg]
VampireBu hikaye, Viktorya Dönemi İngiltere'sinde geçen lezbiyen bir vampir hikayesi. Daha başka ne diyeyim bilemiyorum, ilk defa böyle fantastik bir şeye giriştim. İyi okumalar <3