10 ocak 2017 (Morg kapısı)

17 1 1
                                    

Gözlerimi hafifçe araladığımda güneşin şifonyere vuran yarım yamalak gölgesi, mavi-beyaz duvarların soğukluğu ve istemsizce burnumu kıvırdığım ilaç kokusuyla çevrili hastane odasında uzanıyordum. Hemşirenin;

"Sema hanım hiç bir şey yememişsiniz"

sözlerini işitmemle gözlerimi pembe kıyafetli ve sarı saçlarını siyah toka ile tutturmuş, hafif kavisli burunlu genç kıza çevirdim. Doğruydu. Gerçekten de iki gündür yemek yemiyor, konuşmuyor ve hatta hiç bir yaşam belirtisi vermiyordum. Yatağın sol tarafına doğru eğim yaparken hafif gülümsemek istedim. Evet yaşadıklarım çok ağırdı. Ölüm sadece gideni değil beraberinde sevdiklerini de öldürüyordu. Ya da sadece Dünya'da kalıyordu sevdiklerimiz. Toprak altında değil. Ama yine de onlar da biraz yaşamıyordu sanki.

"Serum saatiniz gelmiş. Ancak düne göre daha halsiz gözüküyorsunuz. Sanırım vitaminleri de eklemem gerekecek."

Homurdana homurdana seruma ilaç ilave ederken ben yine koridordaki ayak tıkırtılarını bahane edip, dalıp gitmiştim çaresizliğimin olduğu yere.

O sırada bir ses geldi çok yakınımdan.

"Yazık...Ne yapsın kadıncağız. Kolay mı böyle bir şeyi kabullenmek. Tüh tüh."

Benimle bu şekilde acıyarak konuşan daha 2 günlük odamda ki komşum Meryem hanımdı. Konuşulanları duyduğumu anlayamamakta haklıydı. Çünkü geldiğimden beri lavaboya gitmek dışında hiç bir belirti vermiyordum. Böyle bir durumda nasıl davranılır bilmiyordum ki. Ya da kim bilebilirdi ki.

Kapının tokmağının çıkardığı ses ile başımı oraya çevirdim. Giren uzun boylu, esmer, kare gözlükleri olan ve elleri sürekli önlüğünün cebinde duran doktor Hasan'dı.

"Sema hanım şimdi ışığı takip etmenizi istiyorum."

Elindeki minik lazer şeklinde aleti sağa sola hareket ettirdikten sonra

"Evet, durumunuz gayet iyi gözüküyor. Şimdi ellerimi sıkın. Biraz daha sert lütfen."

Dediğinde var olan tüm gücümle sıkmama rağmen aslında o kadar da kuvvetli olmadığımı farketmiştim.

"Tamamdır. Ben her hangi bir rahatsızlık göremedim. Sizi bir de psikiyatri hocamız Meliha Hanım ile görüştüreceğim. " Dedikten sonra beyaz terliklerini yere vurdura vurdura odadan çıktı.

Yatağımın içine iyice gömüldüğümde mavi bulutların önünü kesmiş olan güneşi daha net görebiliyordum. "Belki de orda bir yerdedir ve beni görebiliyordur" dedim içimden.

Az sonra içeriye giren kişi ile birlikte tüm içimden geçenleri bir kenara bırakıp sadece ona bakmıştım. Bu Siyah kahkülleri ve düz uzun saçları ile, kendinden emin adımlarla yürüyen Meliha Hanımdı.

"Evetttt. Sizinle biraz sohbet edelim. " Dedi

Oysa benim sohbet etmeyi bırak yüzüne bakacak halim yoktu. Zor da olsa "Buyrun" diyebildim.

"Yaşadıklarınız çok ağır Meliha Hanım. Ama hayatta son diye bir şey var. Ve bazı sonlar acıdır. Evet ilk zamanlar gülmeyeceksiniz, yemeyeceksiniz ve hatta o değil de siz yaşadığınız için her gün kendinize beddua edeceksiniz. Bunlar geçecek demeyeceğim ama azalacak. Şimdi biraz daha kalkabilirseniz morga gitmemiz lazım" demesiyle "Işık'ım" diye ciğerleri söken sesimle kendimi yere attım. Her yerim titriyordu ama ben üşümüyordum. Benden izinsiz oluyordu herşey.

"Yapmayın lütfen. Hadi sizin teşhisi koymanız lazım Sema hanım." Dedi Meliha hanım. Daha sonrasında tekerlekli sandalyeye çuvallama şekilde koyulduğumu hatırlıyorum. Yanlarından geçtiğim herkes biraz acıyarak, biraz şaşırarak baksa da ben sadece onu düşünüyordum.

Morgun gri demirli, köşeleri pas tutmuş, ve gıcırdayarak açılan kapısına geldiğimizde arkamdan itekleyen ele o kadar kızmıştım ki. Hazır değildim. Ama başka çaren yoktu.

Dikdörtgen şeklinde bir tenekeyi raylarından çektiklerinde kalbim ağzıma gelmişti. Sahiden morglar bu kadar soğuk muydu? Yoksa sevdiklerimizin ölümlerini kabullenmek mi soğutuyordu?


Beyaz örtünün açılmasıyla kaşının tam üstündeki "S" harfine benzer yara izi ile tanımıştım onu.

Evladım. Sarı saçlarını güneşten kıskandığım yavrum. Ellerini ellerimin arasına alıp ısıttığım hiç büyümeyen Işık'ımdı bu.

"Durun. Biraz daha durun. Doyamadım yavruma. Nasıl da üşümüş. Alın örtün benim örtümü. Yokmu sizin sobanız. Donuyor benim kuzum" dememle bayılıp kalmışım üstüne. Hangi anne ayık kalabilirdi ki böyle bir durumda.

O soğuk, gri teneke yığınlarının arasında kaybetmiştim hayat Işığımı. Can'ımı. Meğer ne zormuş gidenle gidememek.

IŞIĞIMI KAYBETTİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin