4 nisan 1986 (Hikaye Evim)

13 0 0
                                    

   Henüz daha 24 yaşında iken edebiyat fakültesini bitirmiş ve hep hayalim olan hikaye evini açmıştım. İstanbul'un kuytu bir köşesinde, zemini tahta parkelerden oluşan küçük dükkanı bulduğum da içim o kadar ısınmıştı ki dükkan sahibiyle hemen el sıkışmıştık. Ufak tefek tadilatla harika bir yer olabilirdi. 

     Ertesi gün elimde vileda ve süpürgeyle dükkanın yolunu tutmuştum. Annem ile oturduğum evin hemen iki sokak arkasındaydı.  Yaşım küçük ama hedeflerim çok büyüktü. Annem;

   
   "Hep burnunun dikine git zaten. 3 aya kalmaz görürüm ben seni" diyerek uğurlamıştı evden. Ona göre ben hala şımarık, kaprisli ve küçücük kızıydım. 

     Annem eğitimli, kendi ayakları üzerinde durabilen, otoriter bir kadındı.  Özel bir klinikte kadın doğum uzmanıydı. Kısa küt siyah saçları, kaşlarına kadar gelen kahkülleri vardı. Dışarıya çıkarken siyah çerçeveli bir gözlük takardı.  Aslında gözlerinde hiç bir problem yoktu. Ama annem o gözlüğü taktığında kendini daha güvende hissederdi. Bir de konuşurken karşısındakini kırmaktan hiç çekinmezdi. Çünkü O Buket Soydan'dı. Ve daima haklıydı. 

    Annemin sevgisini hissedebilmemin tek yolu hasta olmamdı. Ancak hastalandığımda saçlarımı sever,  ateşime bakmak için bile olsa usulca öperdi. Laf aramızda çoğu zaman hasta numarası yapardım. Çünkü çocuktum ve bir çocugun en ihtiyacı olan şey annesiydi. 

     Dükkana geldiğimde kahverengi demir bir kapı karşıladı beni. 

  "Bu kapıyı da en kısa zamanda boyamalayım" dedim kendi kendime. Çok yapardım bunu. Evde kimsenin olmadığı zamanlar da en sevdiğim şey kendi kendime konuşmaktı. Keşke bir kardeşim olsa diye iç geçirirdim. Belki herşey daha başka olurdu. Belki bugün oda yanımda olurdu. 

    Kapıyı açar açmaz lavaboya doğru gittim. Viledamı doldurabildiğim kadar doldurdum. Ve bolca çamaşır suyu döktüm üstüne. Sopayı elime aldığımda o kadar çok bastırıyordum ki sanki geçmişin tüm izlerini siler gibi silmiştim yerleri.  

  "Burası güzel çocuklarımın cenneti olmalı. Cıvıl cıvıl, rengarenk. Mutfaktan gelen kurabiye kokuları sarmalı dört bir yanı. Arada bir mısır patlatıp, sinema keyfi yapmalıyız sıcacık yanan soba eşliğinde. Tüm çocukların kalbi huzur dolmalı" 

   Elimi temizlik bezlerine uzattığımda uzun boyu, yem yeşil gözü ve beyaz teniyle birinin beni izlediğini farkettim. Ellerini cebine sokmuş ve boynunu hafif sağa eğmişti. Üstümdeki badiyi biraz daha düzeltip kızgın bir şekilde; 

   "Pardon da neye bakıyorsunuz?" Dedim.

   "Siz. Yani size. Şey dükkana diyecektim" dedi mahçup bir ifadeyle. 

    "Dükkan derken? Neyi varmış dükkanın. Hiç mi dükkan görmediniz?"

    "Yok hayır öyle değil. Of yardım edebilirim isterseniz"

   "İstemez" diyip kestirip attım. "Bir daha da bana pardon dükkana böyle bakmayın. Bu hiç iyi olmaz" dediğim de hafif tebessümle bile beliren gamzesi gidiverdi. Gözlerini aşagıya indirerek;

   "Özür dilerim" diyebildi. Çok sert bir kayaydım. Babam bana erkeklere güvenilmeyeceğini çok küçük yaşta öğretmişti. Erkekler beş para etmezdi. En iyisinin canı cehennemeydi. İyi ise cennete gitsindi. Topuna kibrit çakmalıydı.

    Bu ve bunun gibi o kadar çok cümle biliyordum ki. Annem ağladığında teker teker sayardı hepsini ve ben yorganımın altına girdiğimde bu cümlelerle uykuya dalardım.

     Oysa çocuk dediğin hikayelerle uyutulmalıydı; erkek savar onlarca cümle ile değil...

IŞIĞIMI KAYBETTİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin