ep.1

52 10 4
                                    


yağmurun şiddeti mümkünmüş gibi daha da ağırlaşırken benzin ışının hızla yanıp sönmesi ile panikledi genç oğlan. gecenin üçüydü, 03.17...

en son ne zaman asfaltının yenilendiği meçhul olan, genel itibariyle pek fazla insanın tekerleğinin değmediği eski otabanın ışıksız yolu üzerinde ne bir benzinlik ne de durup soluklanabileceği bir tesis... bulunduğu hal öylesine vasattı ki, çürümüş soğan kokan, kalabalık dinlenme tesislerinden birine rastlayabilmek için pek çok şeyini feda edebilirdi. 

gök gürledi lakin gök gürültüsünden ziyade ana karanın çatlaması daha mümkün gibi gelmişti genç oğlana zira çıkan ses bulutların sevişmesi ile yükselen inlemelerden epeyce uzaktı. daha çok merkezdeki çekirdek patlıyor da ana kara parçalanıyormuş gibiydi. ürktü genç oğlan, solukları hızlanırken artık işlevini kaybeden sileceklerine küfürler savurmayı ihmal etmedi. pekala, şuan bir korku filminin başrol karakteri olmalıydı keza bu kadar tesadüf fazlaydı.

üşüyen parmakları cılızca usb bağlı radyoya uzandı. müzikle dış seslerden arındırmak istiyordu zihnini. 'one of the girls' kötü bir seçenek değildi. ezbere biliyordu, kendi sesi cızırtılı radyoya eşlik ederse epey güçlü bir bastırıcı olabilirdi lakin atladığı tek şey şuydu ki na jaemin şarkı söylerken kendini kaybeder, gözlerinin kapanmasına engel olamazdı.

nakarat yaklaşırken karanlığın arasında kendini acizce gösteren mavi tabelayı yakaladı hareleri. 'blue hotel' yazısı ile gülümsedi, inanmadığı tanrıdan şuan başka bir şey isteyemezdi. yakıtı bitmek üzereydi, gök gürültüsünden nefret ederdi ve şarkının kendini kaybetmesini sağlayan o kısmı nihayetinde gelmek üzereydi.

arabayı hotelin önüne çekip sesi yükseltti. 

'aşık olmamıza gerek yok,

tek kişi olmama gerek yok,

sadece bu gece oğlanlarından biri olmama izin ver,'

en sevdiği kısımda biten akü ile gerçek dünyaya döndü genç oğlan. derince iç çekti, arka koltuğa fırlattığı sırt çantasını kavrarken. anahtarı içine atıp indi ve etrafına bakındı. belki on belki de on beş saniye sürmüştü hotelin kapısından girmesi lakin iç çamaşırına değin ıslanması için bu süre fazlaydı bile. 

'kimse var mı?' 

yorgun sesi güçlükle çıkarken dolaştı küçük lobiyi. resepsiyonda kimse yoktu, koridorlar boştu. gerçi sadece giriş kısmı bile neden boş olduğunu açıklar nitelikteydi. zira burası hotelden daha çok terk edilmiş bir cadı malikanesine benziyordu. her şey, istisnasız her şey siyahtı. çok ufak tefek mavi detaylar barınıyordu lakin ölüydü mavi, bu tona başka isim bulamamıştı genç oğlan. 

çantasını sol koluna alıp ıslak saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. ensesine değin uzanıyordu kıvırcık saçları. en az hotel kadar siyahtı bukleleri lakin oldukça sahteydi bu renk zira diplerindeki sarıya çalan kumral ışıltılar gerçek rengisini saklamasını güçleştiriyordu. takmadı, gerçekler ortaya çıkmadan sürekli üzerini kapatmakta ustalaşmıştı.

lobideki eski kahve standında gördüğü peçete ile ıslak yüzünü silmeye yeltenmişti ki güçlükle duyulan müzik sesi kahkaha atmasına sebep oldu. artık gerçekten bir korku filminin başrolü olduğuna ikna olabilirdi yahut senarist fazla stephen king okumuş olmalıydı.

arabasında çalan aynı şarkının yükseldiği merdivenlere adımladı. anlaşılan o ki blue hotelin ufak barı müzik zevki güzel biri tarafından işletiliyordu. garipti, bu kasvetli hotelde eğlenceye dair bu detay ironik duruyordu.

blue hotel* nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin