1/3 - neden dilinde hep hüzünlü, dertli şarkılar?

69 13 3
                                    

sabahlara kadar uyumayan ve kalemi vebayı yazan bir şairin zihninin odaları nasıl olur?
sizi bilemem ama ben en derinden tanırım onu. o zihnimde yaşarken ben sürekli bu boktan hayatı çekerim.
bir odalı evimde boş duvarlarla bakışırım her gün. sigara dumanı içerideki her şeyi yok etmeden hemen önce camları açar içeriye biraz ay ışığı girmesini sağlarım. gündüz adamı değilimdir, hiç de olmadım. düşünceler, gündüzleri bana arkadaşlık etmez. gündüz nesnelerle hasbihal ederiz. hepsi bir şey anlatmak ister gibi bakar bana, ben de onlara bakarım. saatlerce süren bakışmalar sonucu onlar kazanır. bu yüzden pek eşyam yoktur. yazar adamın parası da olmaz zaten. olsa yazarlığı bırakır. rahata pek gelemez kelimeler, kaçar derdi olmayan adamdan. bu yüzden bir masam, çürümüş bir koltuğum ve küçük bir pikap dışında bir şeyim yoktur. perdeler hep çekili, içerisi hep dumanlı..

insanlarla konuşmayı da sevmem. gözlerindeki parıltıdan tanırım hepsini. bu yüzden dakikaları uzar, bakışlarımın. serttir gözlerim, ilk onlar kaçar benden. kaçmayan insan olmadı şimdiye kadar. komik değil mi? değil, değil.
yalnızlığımı bölen küpeli bir çocuk yüzünden bu gidişat bir kaç haftadır bozuk. bozuk ekonominin kazancı olan sigaramı almak için dışarıya çıktığımda gördüm onu. sokak lambasının zar zor aydınlattığı bankta oturup yere nereden bulduğunu bilmediğim taşları atıyordu. sürekli yere taş atıp kendi kendine konuşan birini görünce şaşırmış biraz köşede onu izlemiştim. beyaz gömleğinin yakası biraz açık, uzun saçları toplu, gözleri nemli.. dışarıdan biri baktığında sert biri zannederdi muhtemelen. göz göze gelemeyeceğimizi anlayıp yola devam edecekken en sevdiğim kitaptan yaptığı alıntı ile ayaklarım çakılı kaldı.

"fakat, allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım?"

"yok."

sırtım ona çeviriliyken söylediğim söz boş sokakta bir süre yankılandı. taş sesleri sustu, gözleri sırtımdaydı, onu hissedebiliyordum. dönmedim bir süre arkama, sonra o devam etti.

"peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım."

sözünü bitirene kadar öylece bekleyip karşımda dalgalanan denizi izledim. belki hayatımda ilk defa bakışlarımla korkutmak istemedim birini, sıkmak istemedim.. ince bir çizgide karar vermeye çalışırken telefonundan cılızca çıkan şarkıyla kendimi tutamadım. taş sesleri ona eklenirken biraz yaklaştım. gözleri benim üzerimde gezinirken bilmediğim dildeki şarkıya eşlik ediyordu. sanki uzaydan gelmiş gibi diye düşündüm. uzaydan gelmiş. kelimelerim o an anlatmaya az geldi onu. ayakta hala onu izlerken bakışlarını kaçırmadı, bana bakıyor başka şeyler söylüyor hatta arada sövüyordu. kaç dakika baktı hatırlamıyorum, gözlerinin sırrı karanlıkta saklanmış gibiydi. beni gittikçe içine çekmekten başka bir şey yapmadı.

"oturacak mısın artık?"

sonunda bana dediğini anladığım sözcüklerle yanına oturup ben de elime taşların bir kısmını aldım. sokağı mı kirletiyorduk, arabalara mı tuzak kuruyorduk beni hiç ilgilendirmiyordu. her şeyi bozuk bu dünyanın bir bozuğu da o an biz olduk.

"az önce dilin var gibiydi."

"ne?"

"şükür, varmış."

korkma durmam burda sabaha kadar, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin