2/3 - içimde benden habersiz yaşayan dolaşan biri var.

44 9 3
                                    

"tutunamadım, bu nasıl fırtınaymış böyle.
ormanda yapayalnız bir ağacım.
dаllаrımdа hiç kuş yok, köklerim sаnki kirаcı;
kimseye аnlаtаmаm ben аcımı.
yаndı sulаr, kаnlı bülbüller, gökler ve yıldızlаr..
için için eriyor tende bаhаr.
sokаklаr bаnа yаbаncı,
ay bile sаnki düşmаn.
terk etmiyor beni bu tozlu hаyаl."

defterin kapağını kapatıp sigaramı yaktım ve kahvemi arada yudumlarken kaçamadığım şeyi düşündüm. telefonu sonunda elime alıp numarayı girdim ve çalışını dinledim bir süre. açtığında cevap vermedim. kimsiniz sorusu döndü bir kaç kere. kapatacağını anladığımda defter diyebildim sadece.

"sen."

"ben."

"unuttun sanmıştım."

"unuturum sanmıştım."

neler konuştuk, neler hakkında bahsettik o anın heyecanı yüzünden idrak edemiyordum. tek bildiğim onunla konuşmanın verdiği huzurdu. konuşabiliyor gibi hissetmek bile yetiyordu. tam olarak anlaşılmadığımı bilsem de biraz da olsa bu duyguya yakın bir şeyler hissetmek iyi hissettiriyordu.

"intihar ederdim küçük yaştan beri."

"e ölmemişsin ama ederdim denmez, şair adam sensin; ben mi öğreteyim?"

"ölmediğimi kim söyledi?"

"jungkook."

"o kim?"

"taş atan çocuk."

"taehyung, bu çocuğa çok şey borçlu sanki."

"o kim?"

"dili olmayan çocuk."

"borçlu değilsin."

bardakdaki boş suyu içtiğimde ne kadar kendimi kaptırdığımı fark ettim. jungkook da özünde çok sesli biri değildi aslında. o günden sonra bir kaç hafta daha telefonda konuştuk. karanlık evime biraz ses ekleniyordu. yabancıydı her şey bize, biraz zor odaklandık. benimle küstü başta eşyalar sonra anlaşıp barıştık. hayatım aynıydı, özüne bakınca bir şey değişmemişti. sadece biraz neşe biraz ses gelmişti. sıkıntı ansızın kapımın tıklaması ile başladı. belki de beş yıldır çalmayan kapı o gün çalmıştı. titreyen ayaklarımla açtığımda onu gördüm. mahçup bir ifadeyle bana bakıyordu, sanırım benim tedirgin göz bebeklerimle bakışmayı beklemediği için bir kaç saniye düşündü ne diyeceğini.

"gelebilir miyim?"

karşılık vermeden bok götüren dumanlı evime soktum, onu. içeriye bir garipseyerek girse de çökmüş koltuğa yerleşti. üstüne düz siyah bir tişört ile gri eşofman giymişti, saçları bu sefer açıktı. her şeyiyle farklı bir sanat oturuyordu evimde. camı açmaya yeltendiğimde durdurdu beni ve oturmamı söyledi. yarım kalan sigaramı dudaklarına götürürken yanan sadece sigaram değildi. çantasına uzanıp içinden bir plak ve kitap çıkardığında dikkatim dağılmıştı.

"hediye."

uzattıklarını masaya bırakıp dudaklarının arasındaki sigarayı aldım ve bitene kadar içime çekerken aldığı şeyleri inceledim. biri her yerde aradığım orijinal plaklardan biriydi, kendimi değerli hissetmeye yavaş yavaş başlarken aldığı şiir kitabı ile sigarayı bacağıma düşürüp bacağımı yakmıştım.

"sabahattin ali?"

"evet."

bacağıma endişe ile baktığında şortun açıkta bıraktığı yaraları incelediğini gördüm. parmaklarını tenimde bir süre dolandırırken bilmediğim bir tedaviyi iliklerime çekiyormuş gibi hissettirmişti.

korkma durmam burda sabaha kadar, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin