"Tekrar."
En baştan bir adım daha. Sanki acelesi varmış gibi, yetişirse ödül vereceklermiş gibi öne atılan diğer adım.
"Jichang. Tekrar."
Kan ter içerisinde kalmış bedenden isyan edasıyla odanın içerisinde kaybolan derin bir nefes. Hocasının da dediği üzere tekrardan ileri atılan bir adım. Bir. İki. Üç. Dört. Bir. İki. Üç. Dört.
Tam bir hayal kırıklığısın.
Bunu ben söylemiyorum. Jichang'ın adımlarını zemine vurmasının ardından kendi içindeki düşmanının dudaklarından dökülen sözler bunlar. Tabii, ne sanmıştınız? Yol kat ettiğini zannettiği her an, yolun başına acımadan geri döndüren hocası, bu yolculuğa çıkmasın diye yola mayınlar döşeyen babası ve her tökezlediğinde suçu taşta değil de kendinde arayan Jichang'ın içinde herkesten öte bir düşmanı da vardı elbet. Hocasına ve babasına yükseltebildiği sesi bir tek ona suskun kalırdı. Haklıydı. Dünyadaki herkes bir yalana inandırabilirdi sizi. Yüzünüzü güldürebilir, size bir bahar melteminin içinde hayallerinizden buketler yaptırabilirdi. Ama, kulağınızın hemen arkasında buketleri çöp tenekesine fırlatmanız için hazırda bekleyen o ses, gerçeklerin hiç susmayan tek simgesiydi. Düşmanımızdı. Sonsuz savaşın tek kazanınıydı.
Babasından bahsetmişken, yukarıda bahsettiğim yola mayın döşeme olayı mecazen ortaya atılan bir laf değildi. Jichang çocukluğundan beri dansa dair her şeye aşık büyümüş bir çocuktu. Evde ayna karşısında hevesle ettiği her dansın sonu, babasının odaya gelip müziği kapaması ve ardından kalp kıran kavgalarla ile biterdi. Bay Ji'nin belirsizliklere karşı tahammülü yoktu. Oğlunun işin sonunda evine ekmek getirebileceği bir mesleği olsun istiyordu. Mantık adamıydı ve sanatla hiçbir zaman işi olmamıştı. Müzik öğretmeni olan annesini mesleğinden ötürü aşağılamaya ant içmiş, kadının ömrünü yediği yetmezmiş gibi hıncını kendi kanından olandan çıkarmaya başlamıştı. Her yemek masasında beşeri bilimlerin önemi hakkında demeçler verir, gözleri boş bakar, kendi ruhu olmadığı gibi her daim çatık duran kaşlarıyla karşısındakinin de ruhunu emerdi. Jichang'ın belki de bunca yıllık hayatındaki en büyük sınavı öz babasıydı.
Peki ya sen bizim neyimiz oluyorsun diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben sizin her şeyinizim canım. Ben size Karamel adında - niye karamel diye soracaksınız kesin, şekeri ünlü diye yahu özel bir şey beklemeyin.- sahil şeridine her gün farklı bir olay sığdıran küçük kasabada hayatta kalmaya çalışan delikanlıların kendilerinin bile unuttuğu hikayelerini anlatacak olan kişiyim. Onlar beni bilmez, görmez, işitmez. Ama ben onların her anındayım. Mesela, bugünlük burada keselim. Odaklanamıyorsun. Diyerek cevap bile beklemeden odadan çıkan eğitmenin ardından aynalarla dolu odada bir başına kalan Jichang'ın yanında da ben varım. Ritimler eşliğinde vurduğu adımlarını bu sefer öfkeyle vurduğu zemindeyim. Gözlerindeki, babama ne hesap vereceğim korkusunda ben varım. Keşke olmasam ama varım işte. Tek değilim neyseki. Siz de benimle ortak olacaksınız bu sevinçlere ve kederlere.
Ben şahsımı sizlere tanıtırken Jichang bir yandan hışımla çantasını topluyor öte yandan bir türlü çantaya girmeyen tişörtüne, odada tek olmasının verdiği özgüvenle sıralıyordu küfürlerini. Sabah zaten binbir kavga ile çıkmıştı evden. Zamanını bomboş bir hayalin peşinde heba ettiğini bağıran babasının suratına kapıyı çarparak evden çıkmıştı fakat kafasının içindeki seslere kapıyı çarpamadığı için bugünkü derste sürekli adımları karıştırmıştı. Hislerini çok saklayabilen bir tip olmadığı için hocasının da gazabından kurtulamamıştı haliyle. Üstüne kapanmayan çantasıyla uğraşıyordu. En sonunda pes etmiş, yarısı kapanmamış çantasını omzuna asarak Sunmi sunbaennimin her şey sorunsuzmuş gibi ♪ mr. Stranger running into danger gotta get to know ya ♪ diyerek çığırdığı telefonunu açmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devrilen atı vururlar.
Fanfictionkoşmak zorundasın, devrilen atı vururlar demiş bilmişin biri. bende diyorum ki, koştuğun yollarda ayağına taş değmesin kirazım. yolların sonu varmak istemediğin evine değil, ciğerlerine doldurduğun her nefeste yaşadığını hissettiğin topraklara çıks...