Sakin geçen bir gün daha. Şu at hırsızı tipli serserileri atlatabilirsem daha sakin geçecek. Aslında her şey çok güzel gidiyordu ta ki ben oyunlarını bozana kadar. Her hafta harçlığımdan biriktirdiğim parayla Henry'nin yerine giderim. Henry kısık yeşil gözleri, kahverengi uzun saçları, kirli sakalıyla, 45 yaşında olmasına rağmen 60 yaşında gibi görünen, içkici, kafa bir adam. Henry'nin yeri küçük 7 masa atılmış kasvetli soğuk bir yer olsa da yemekleri gerçekten bir harika. Burası genelde kendini ucuz bir fiyata doyurup vakit öldüren evsizlerle doludur. Ama benim asıl gelme amacım Henry'nin komik sandığı fakat olmayan heyecan dolu hikayeleri için. Onunla konuşmak beni boğan düşüncelerimden arındırmak için iyi bir seçenek. Her zaman da öyle olucak gibi daha çok param olup kafamı dağıtmak için daha iyi yerlere gidene kadar. Belamı bulduğum kısımsa işemek için tuvalete gittiğimde başladı. Tuvalete yaklaştıkça bir kızın çığlık sesleri daha da kulağımda patlıyordu. Geri dönmeliydim ama aptal olduğum için yapmadım. Tuvalete girdiğimde o iki serseri kızı tuvalete getirip kıstırmıştı. İri esmer olan "Üçüncüye ihtiyacımız yok" dedi bende üçüncü olmaya gelmemiştim zaten sadece işeyecektim. Lanet olası bir çiş. Kızın ela gözleri kıpkırmızı olmuş ve gözlerime kitlenmişti yardım etmemi istiyordu ve edecektim de. Kızın ağzını kapatmaya çalışan anca jokey olabilirdi herhalde benden çelimsizdi ama diğeri sanırım kafamı duvara çarparak beni öldürmeyi planlıyordu. "Tatlı çocuk neden dışarı çıkıp hiç bir şey yokmuş gibi devam etmiyorsun." bunu diyen jokey tipliydi biraz sonra ona tatlı çocuğu göstericektim. İlk hamlemi çelimsize yaptım. Çenesine indirdiğim tekmeyle afalladı. İri esmerin kızı bırakmaya niyeti yoktu. Kızın kafasını kolunun altına sıkıştırmasıyla tekmesini dizimde hissetmem bir oldu. Dengemi kaybedip yüzümü pisuara çarptım. Kahretsin! Kahkahalarıyla kalkmaya çalışmamı izliyorlardı. Elimi dudağıma götürüp tersiyle dudağımın kanını sildim ve biliyordum ki kalkar kalkmaz yüzüm yeni bir tekmeyle tanışacaktı. Hala kalkmaya çalıştığımı sanarlarken çelimsize çelmeyi takıp kafasına tekmeyi çaktım. O hızla duvardan da darbeyi aldı. Bir süre yerden kalkamaz. "Nasıl tatlı çocuk muyum" Ani dönüşümle iri esmerin burnuna yumruğumu indirdim. Ne olduğunu şaşırdı. Burnu kanıyor ve inliyordu. Sanırım burnunu kırmıştım. O izlediğim dövüş filmlerinin bir gün işe yarıyacağını biliyordum. Kızı bırakmış ve burnunu tutuyordu. Kızın kolundan yakalamamla tuvaletten çıkmam bir oldu. Hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyorum. Mutfakta bulaşık yıkayan Henry'ye kızı fırlattım. Restauranttan dışarı çıkarken Henry'nin "Ne oluyor " diye bağırışını duydum ve peşimden gelen serserilerin etrafa saçtığı sandalye sesleri. Bu sefer boku yedim. Ev yakındı. Ama önemli olan eve sağlam gidebilmemdi. Arkamdan dur seni küçük pislik diye bağırıyorlardı. Neyse ki yavaş koşuyorlar. Daha doğrusu ben çok hızlıyım. Okullar arası yarışlarda kimse beni geçemezdi. Tanrım kendimi çok sevmeye başladım. Sokağı döndüğümde gözden kaybolucakları kadar hızlı koşmuştum. Bir duvar kolonunun arkasında saklanmakta buldum çareyi. Şimdi ya beni görmeyip yanımdan koşup gideceklerdi ya da görüp kendimden geçene kadar beni benzeteceklerdi. Umarım birincisi olur. Ve OLDU. Tanrım şükürler olsun. Hiç böyle bir kaçış yaşamamıştım. Aslında başıma çok fazla bela alan bir çocuk değilim. Sadece yemekhanede kavga çıkarmak, sınıfın huzunu bozmak ve belkide yanlışlıkla sinirimi bozanları hastanelik etmek. Eveeet bu kadar. Sonunda ev. Kapı zili hiç bu kadar hoşuma gitmemişti. Kapıyı 12 yaşındaki kardeşim Nelly açtı. "Çabuk içeri geçsen iyi olur. Azarlamalara hazırlıklı ol halı bakışman için seni bekliyor" Nelly sarışın, mavi gözlü, donuk suratlı, belki biraz şirin, ukala, ispiyoncunun teki. Bir abi kızkardeşini nasıl tanımlayabilirse öyle. İçeri girdiğimde koltukta annem Lauren ve üvey babam John hiç de hoş olmayan bir suratla beni bekliyorlardı. Annem Lauren, Nelly'nin tam anlamıyla büyümüş hali gibi. Güzel bir kadın fakat yılların yıprattığı. Kendine ait bir giyim mağazası var. Buranın ona huzur verdiğini düşünüyorum, düşüncelerden kaçmak gibi. Babamı ben 8 yaşındayken trafik kazasında kaybettik. İşte o zamandan beri annemin gülüşündeki o sıcaklığı hiç görmedik. Ve bizimle artık tek başına uğraşamıyacağını anladığında yani babamın ölümünden iki yıl sonra üvey babam John'la tanıştı. John 1.90 boylarında, siyah saçları, kahverengi gözleri olan yapılı bir adam. Aslına bakarsanız yakışıklı. Kaşının üstünde uzun çizgi halinde bir yarası var. İlk kez yüzüne bakan birinin gözlerini oraya odaklayacağı şekilde. Mesleğinde yaşadığı bir şeyden olduğunu düşünüyorum. Çünkü özel koruma. Bu yüzden asla disiplinden taviz vermeyen bir adam. Resmen Alman disiplini içine işlemiş. Ben küçüklen bana havalı, kendini savunma hareketleri gösterirdi. Ondan hoşlandığım bölüm sadece burayı kapsıyor. Annem Lauren sakin bir ses tonuyla "Otur hadi konuşmamız lazım" dedi
İşte o an pozisyonumu aldım ve halı.. Özlemişim.. Üvey babam John gözleriyle yüzümü inceliyordu. Yüzümde sızlayan yerlere bakıyor olmalıydı ve aniden "Yatılı okula gidiyorsun" dedi. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Kafamda havai fişekler patlıyordu. "Siz ne dediğinizin farkında mısınız! Gerçekten beni başınızdan böyle mi atıyorsunuz! Anne bir şey söylesene" Annem Lauren olabildiğince yumuşak bir şekilde "Öğretmenin aradı. Arkadaşının kafasını patlatmışsın. Kaç dikiş atıldığından haberin var mı!" sessizlik.. "Öncelikle o benim arkadaşım değil arkadaşlarımın kafasını patlatmıyorum. Demek ki sinirimi bozmuş hem ben sadece ittirdim gerizekalı kendisi kaydı sonra.." daha cümlemi bitiremeden üvey babam john ürkütücü ses tonuyla "Sana yeterince şans verdik ama sonuç ortada. Demek ki yeterince masum bir çocuk değilmişsin. O okula gidiyorsun. Bitti." Daha fazla bir şey demeden hızla odama doğru gittim. Annem arkamdan buraya gel yüzüne pansuman yapmalıyız diye bağırdı aldırmadım, yüzüm umrumda değildi. Kapıyı olabildiğince hızlı çarptım. Soluğu aynamın önünde aldım ve kendimi süzmeye başladım. 1.85 boy , göz ardı edilemeyecek kaslar, dağınık, kirli sarı saçlar, masmavi gözlerin ışığını söndüremeyecek şişlik, patlamış bir dudak, belirgin elmacıklar evet bu bendim Stefan Sulkin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZLİ SERVİS
ActionBaşı beladan kurtulmayan Stefan yatılı okula gönderildiğini sanarken yeni kimliğine sürüklendiğinin farkında değildir. Üvey babası hakkında bilmediklerinin onun yeni hayatını oluşturacağı aklının ucundan geçmezdi. Şimdiden okuduğunuz için teşekkür e...