love me or leave me

87 16 27
                                    

"ben yazımın çok sade olduğunu, on yaşındaki çocuğun da yazabileceğini düşünüyorum."

sınavlar bitmiş, toplantı başlayalı neredeyse bir saat olmuştu ve herkes kitabın ne kadar vasat olduğuyla ilgili konuşuyordu. kitabın vasat olmadığını düşünen tek kişiler soobin ve bendik.

soobin kulağıma doğru fısıldayarak, "sade değildi ki, bir sürü metafor vardı."

evet... soobin ile yan yana oturuyordum çünkü neredeyse geç kalmıştım, o da ben gelmeden önce oturacağım yere oturmuştu ve ön taraflara boyumdan dolayı oturamayacağım için mecburen arkadaki tek boş kalan yere, soobin'in yanına oturmuştum.

soobin'in dediği şeye omuz silktim, ona bu konuda hiç olmadığı kadar hak veriyordum. kitabı sadece okuyup geçmişlerdi, böyle bir kitaba hakaretvari yorumlar yapıp ikimizin sinirlerini bozuyorlardı.

"anlayacaklarını sanmıyorum." demiş ve onları dinlemeye devam etmiştim.

son söylediğimden sonra diğerleri kitabı gömmeye devam ederken, soobin sıkıldığını belli ederek bacağıma parmağıyla bir şeyler çiziyordu. rahatsız olmuyordum ama tepkisiz kalmak da zordu.

dizimi dizine vurup durması için işaret verdiğimde oflayarak elini çekmiş ve sıranın üstünde tırnaklarıyla ritim tutmaya başlamıştı.

"bomboş bir anlatımı vardı o kadar sayfayı boş yere okumuşum gibi hissettim! seksen sayfa boyunca adamın balığı yakalamasını ve yakaladıktan sonra boş yere balığı kaptırmasını okuduk. sonuç ne? bomboş, hiçlik."

duyduklarından sonra suratına tiksinmiş bir ifade takınan soobin'e gülmemeye çalışarak kulağına eğildim. "sonuç ne? bomboş, hiçlik." diyen hajoon'u taklit ederek alay etmeye başlamıştım.

benim taklidim biter bitmez sıradaki hedefin biz olduğumuzu belirten uyarı dolu ses eğlencemizi bozmak zorunda kalmıştı.

"huening ve soobin, enerjinizi kendi aranızda konuşmak yerine fikirlerinizi bizimle paylaşmak için kullansanız keşke." diyen kulüp başkanı adeta ateş dolu bir gözle bize bakıyordu. "böylece hem dikkat dağıtmamış hem de kulübe katkı sağlamış olursunuz." diye bitirdi sözlerini.

anlık utançla kendimi soobinden uzaklaştırmıştım, soobin ise benim yerime konuşmayı devalmıştı.

"dikkat dağıttığımız için özür dileriz ama kitabı anlamadığınızı düşünüyorum. öncelikle, kitap vasat bir kitap değil, bir sürü metafor bulunduruyor. en basitinden yaşlı balıkçının yakaladığı balık ilk başta gençliği temsil ediyordu, herkes ona hayranlıkla bakıyordu. kılıç balığının köpek balıkları tarafından parçalanması da yaşlılığı temsil ediyor çünkü yaşlı balıkçı ona bakmak bile istemiyordu. artık güzelliğini kaybetmişti."

soobin'in söyledikleriyle araya girme ihtiyacı hissettim ve düşüncelerimi sıralamaya başladım. "aynı zamanda kılıç balığı parçalanmadan önce mental sağlığı iyi, parlayan, göz alıcı birisine benziyor. yaşlı adam ondan gözlerini alamıyor çünkü o mental açıdan hiçbir şekilde yara almamış, travması yok yqni etrafına ışık ve enerji saçabiliyor. ancak ne zaman kılıç balığı diğer köpek balıkları -demek istediğim diğer insanlar- tarafından parçalanmaya başlıyor, işte o zaman yaşlı adam artık ona bakmaya tahammül edemiyor çünkü artık travmaları var ve etrafına enerji saçamıyor. kimse yaralı birisinin göz alıcı olduğunu düşünmez. yani balığın yara alması, önceden mental olarak sağlam olan birisinin travma yaşadıktan sonra diğer insamlar tarafından ihtişamını kaybetmesiyle bağdaştırılabilir."

soobin'in sırtıma destekler şekilde vurmasıyla ona doğru dönüp gülümsemiş bulundum. aynı şekilde bana gülümseyip, sırtımdaki elini enseme çıkartıp masaj yapmaya başlamıştı.

eli hala ensemdeyken, "üstelik yaşlı adam boş yere falan çabalamadı bence çünkü geri döndüğünde herkes balığın iskeletine bakıp ne kadar öncesinde harika bir balık olduğu hakkında tahminde bulunmuşlardı. aylardır balık yakalayamayan yaşlı balıkçı için zaferdi bu."

soobin'in söylediği şeyden sonra aklıma gelen bir başka benzetmeyle heycanlı bir şekilde konuşmaya başladım. "evet! ayrıca balığın iskeleti tamamen çökmüş bir ruh halini simgeliyor. ruhsal olarak en dibe batmış biri için önceden ne kadar enerjik, konuşkan, üretken olduğu hakkında konuşuyorlar gibiydi!" dedim ve dediklerimi onaylayıp onaylamadığını görmek için soobin'e baktım. kafasını gülümseyerek aşağı yukarı sallayan soobin içimin ısınmasına sebep olmuştu.

sözlerimiz bittikten sonra rahatlamış bir şekilde arkamıza yaslanarak tepkilerini beklemiştik ancak ne yazık ki bizi kıçlarıyla falan dinlemiş olmalılardı.

"bu kitabın vasat bir dile sahip olduğu ve seksen sayfayı boş yere okumadığımız anlamına gelmiyor. bildiğin boş yere uzatılmış." diyen mingi ve mingi'nin son söylediğine sinirlenen soobin...

soobin sitemkar ve hızlı bir şekilde  "işte bu yüzden kai ile kendi aramda konuşmak size laf anlatmaktan daha iyi. vaktim boşa gitmezdi en azından, şimdiye kadar çenemi yoracağıma kai'a kitap hakkında aklıma gelen şeyleri anlatabilirdim." demişti.

soobin'in hakkımda konuşması kalp  atışlarımı gereksiz hızlandırırken, istemsizce kafamı hafif öne eğmiştim. kötü bir his değildi ama göğsüm kaşınıyor gibiydi sanki. beni vakit kaybı olarak görmemesi hoştu.

soobin lafını bitirdikten sonra onlar kendi aralarında tartışırken wonbin'in kısık bir şekilde, "soobin zaten huening'e aşık. onunla konuşmak varken kitap falan umurunda olmayacaktır." dediğini duymam ve ders bitişini haber veren zilin çalması bir olmuştu.

wonbin'in dediğini soobin duymuş muydu emin değildim ama duymaması zor bir ihtimaldi bana göre.

"üzüm suyum var, gitmeden önce biraz kantinde oturup içelim mi?" kararsız bir şekilde soobin'in yüzüne bakarken cevapsız kalmıştım. gitmek istiyordum ama diğer yandan gardımı çabuk indirmişim gibi hissediyordum.

ben hala sessiz kalırken gülümsemesi büyüyen soobin, "bu bakış bu sefer yanına oturmamı istemediğinde attığın bakış değil, o zaman gidiyoruz?"

gözlerimi devirerek çantamı sırtıma taktım ve, "sadece bugünlük." diyip kapıya doğru ilerlemesi için elimle sırtına baskı uygulayarak ittirdim.

soobin'e biraz daha alışmıştım.

.
.
sookai benim safe alanim galiba ya

yt, nili

if u wanna stay \ sookaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin