-Kalp Söken-

101 6 0
                                    

23 Haziran, Salı
sabaha karşı 2.45
"Kalbimde şiddetli bir ağrıyla uyandım. Büyükanneme söyledim. Kalp krizi olduğundan endişelendi. Hak veriyorum, büyükbabam 9 yıl önce çiftliğinde traktör sürerken kalp krizinden öldü. Annem ve babamsa 3 yıl önce Oklahoma'da bir konferansa katılmaya giderlerken trafik kazasında öldüler. O zamandan beri büyükannemle yaşıyorum. Birbirini tutan sandalye ayakları gibi ayakta durmaya çalışıyoruz. Yorgunluk ve stres beni öldürüyor. Okula gitmiyorum, büyükannemle çiftlikte yaşıyoruz. Çok yaşlı olduğu için ekinlere bakamıyor. İkimize yetecek kadar para kazanıyoruz, Tanrıya şükür.
sabaha karşı 3.13
Ağrı hafif hafif yok oldu. Sanırım stres ve yorgunluktan, bir anlık lanet bir şeydi. Büyükannemi yatmaya gönderdikten sonra bende yattım. Kitaplığıma uzandım, Sherlock Holmes kitabı almak üzereydim ki bedenim bir anda kalakalmıştı. Vücudumda hareket ettirebildiğim tek yer, gözlerimdi. Bir kolum kitaplığın orta rafında, diğer kolum yatakta ve bedenim yatağa uzanmış vaziyette dakikalarca öylece kaldım. Pjimalarımın terden vücuduma yapıştığını hissedebiliyordum.
sabaha karşı 4.28
Aniden bedenimin bana geri iade edildiğini hissettim. Rafa uzanan kolum bitkin bir vaziyette yatağa düştü ve kafam da yastıkla kavuştu. Fakat bu endişe edilecek bir durum halini almaya başlıyordu.
sabaha karşı 5.49
Günün ilk ışıkları gözükmeye başladı. Bilgisayarımın başına oturdum ve uyku felci hakkında bir şeylere baktım. Bu güne kadar kayıtlara geçen en uzun uyku felci 7 dakika civarlarında. Tanrım, benimkiyse 1 saati aşmıştı. Kahretsin. Bilgisayarı kapatmam gerektiğini fark ettim, çiflikte işler gün doğarken başlar. Fakat tam bu sırada, ekranın sağ altında bir uyarı belirdi. Lanet virüs programı, daha yeni yüklemiştim... ne? Bu virüs programı değil, bir metin.
"Uyku felci olduğunu kim söyledi?"
Bu ne demek şimdi? Bana böyle şakalar yapabilecek kadar iyi bilgisayar kullanan hiçbir arkadaşım yok benim.
"Benimle konuş Matthew. Ağzını aç."
Buna inanmayarak konuşmayı denedim. Biraz da aptal olduğumu düşünüyordum, bilgisayar benimle mi konuşuyordu?
"Ne demek istiyorsun?" diye fısıldadım.
Tekrardan bir uyarı metni belirdi.
"İşte böyle..."
Bu, bu şey gerçekti. Korkuyordum.
"Merhaba Matthew, görüşmeyeli uzun zaman oldu. Beni özledin mi?"
"Sen kimsin?" diye sordum, ama tereddütsüzce.
"Ben, senin büyükbabanım."
"Bu imkansız, o öldü. Bu nasıl bir şaka bilmiyorum ama bir son ver.." işte şimdi işler fazlasıyla ciddileşmişti. Ekranda canlı bir görüntü vardı. Büyükbabam bana el sallıyordu.
"Merhaba, evlat." dedi
"Büyükbaba, gerçekten sen misin?"
"İnanmak zor biliyorum Mat, fakat inanmalısın. Kimseye bir şey söyleme, kapatmamız lazım. Hoşçakal."
Bilgisayar bütünüyle kapandı ve holden ayak sesleri duydum. Büyükannem kalkmış olmalıydı. Şaşkınlık ve ürperti içinde yatağa yattım, arkamı döndüm. Gerçekten olabilir miydi? Büyükanneme söylemeli miydim? Kapı açıldı. Büyükannem elini enseme koydu.
"Ah, tatlım. Ter içinde kalmışsın." Elini sırtımda gezdirdi ve hiç uyumayan beni uyandırdı.
"Çok geç kaldın Mat tatlım işe gitmen gerek. Ama hastasın, bu gün dinlenmeni istiyorum. İtiraz yok, iyi uykular." Az önce neler yaşadığımı tahmin bile edemeyecek olan büyükannem bana şefkatle yaklaştı ve gitti.
sabah 9.30
Saatler düşünüyordum, bilgisayarımı tekrar açtım ve bekledim. Mesaj falan gelmedi. Bu sırada gün çoktan aydınlanmış, haziranın tatlı sıcaklığı perdesi açık pencereden sızarak vücudumu ısıtmıştı. Büyükannem kapıyı açtı.
"Uyanmışsın. Sanırım gece kötü bir rüya gördün, terden oraya yapışmadığına şükretmelisin genç adam. Şimdi kalk ve tesisatçıyı karşıla."
"Tesisatçı mı?"
"Banyodaki musluk çalışmıyor. Birini aradım, beş dakika içinde burda olur."
Aklım karmakarışıkken bir de ev işleriyle uğraşmak berbattı. 10 dakika sonra üstümü giyinmiş ön kapıdaki su varilinin üstünde tesisatçıyı bekliyordum. Biraz sonra genç bir adam ön bahçenin kapısında belirdi.
"Hoşgeldiniz, banyodaki musluk için gelen tesisatçı olmalısınız."
"Evet." dedi, ama yüzünde garip bir tedirginlik açıkca beliriyordu. Bir sigara yaktı ve konuştu.
"Dinle, musluğu dert etmene gerek yok. Artık çalışıyor." sonra elime bir mektup tutuşturdu, hızla yok oldu. Mektuba baktığımda, büyükbabamın artık yaşadığından şüphem yoktu.
'Gregor Edin'den Matthew Edin'e'
Bahçenin arkasına doğru yürüdüm ve çimlere oturdum. Hızla zarfı açtım. Elime minik bir küre düştü, koyu mavi. Sonra kağıdı çıkardım ve okudum.
"Satırları iyi oku Mat. Nasıl olduysa oldu, bir fikrim yok ama... Ölen insanları canlandırmanın bir yolunu bulduğumu sanıyorum. Saçma gelebilir, büyükbabanın delirdiğini, bu satırları sana bir akıl hastanesinden falan yazdığını düşünebilirsin ama emin ol anlatacağım herşey gerçek. Elinde görmüş olduğun küre, değerli bir küre. Adı: Kalpsöken. Bu küreye sahip olan kişi, ölümünden birgün önce tarif edilemez bir cinayet isteğiyle dolup taşar. Akrabalık bağı bulunan 2 insanı öldürür, göğüslerini deşer ve kalplerini çıkarır. Sonra akşam vakti, saat 9'da şehir merkezinin dışındaki Stell tepesine gider ve 2 kalbi de ormanın derinliklerine fırlatır. Kalpler yok olur, canları sana geçer ve o kalplerin yaşadığı süre kadar yaşarsın. Bunu sana söylemeli miyim bilmiyorum ama söyleyeceğim. Beni bugün yaşatan kalpler, annen ve babanın kalpleri. Üzgünüm."
-1 yıl sonra, 5 Eylül-
Kalpsökeni çok iyi sakladım. Zamanın geldiğini hissediyorum. Yaşamak için iki kalbe ihtiyacım var. Bu kalpleri kimden alacağımı biliyorum. Üzgünüm büyükanne, büyükbaba.

Biliyormuydunuz (creepypasta)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin