Önce iyi geceler bitmişti. Sonra günaydınlar. Şirkete gittiği saat gittikçe erkenleşirken şirketten döndüğü saat gün geçtikçe geç olmaya başlamıştı. Ama onu yine de görüyordu. Kısacık birkaç saatliğine de olsa. Ne kahvaltıda ne akşam yemeklerinde denk gelmiyorlardı belki ama gece çöküp herkes odasına çekilince ve Kaya şirketten dönünce odalarında hâlâ görüyorlardı birbirlerini. Çok bir şey konuşmuyorlardı. Esasen hiçbir şey konuşmuyorlardı zorunda kalmadıkları anlar dışında. Yatağa birlikte girseler de birlikte uyuyakalmıyorlardı çünkü Suna'nın gözüne uyku girmiyordu hiçbir şekilde. Yanında Kaya'nın vücudunun gittikçe gevşemesini hissediyor, yavaşlayan ve düzene giren nefeslerini dinliyor, uykuya dalışına şahit oluyordu ama kendisi aynı uykuya dalamıyordu asla. Nerdeyse bütün gece, sırtı Kaya'ya dönük, kolları kendi vücuduna sarılı, gözleri pencerenin dışındaki duvara dikili uzanıyordu. Kaya'nın ilk gece aralarına koyduğu yastık da yavaş yavaş geri dönmüştü. Önceleri yastığa sonraları Suna'ya sarılan Kaya tekrar yastığa sarılmaya başlamıştı. Sonra sonra yastığa sarılmayı bırakmıştı ama yastık ikisinin arasında bir duvar gibi durmaya devam etmişti..
Sonra şirkette geçirdiği süre o denli uzamaya başlamıştı ki Suna'nın Kaya'yı gördüğü anlar parmakla sayılabilecek kadar azalmıştı. İlk başta bu değişiklik onu rahatlatmıştı çünkü kafasını her çevirdiğinde yanında Kaya'yı görmek zorunda değildi artık. Sonunda derin bir nefes alabiliyordu. Kendisiyle ve düşünceleriyle yalnız kalabiliyordu. Kendisiyle ve düşünceleriyle yalnız kalabiliyordu. Sonra bu yalnızlık onu korkutmaya başladı. Başta çok da umursamadığı bir korkuydu bu ama zaman geçtikçe büyüyen bir korku oldu. Durum öyle bir hâle gelmişti ki Suna, Kaya'yı artık nerdeyse hiç göremiyordu. Kaya, Suna uykuya daldıktan çok sonra geliyor, Suna henüz uyanmadan gidiyordu, yatağın bozulan tarafından, Kaya'nın sağda solda bıraktığı eşyalardan anlıyordu Suna bunu. Bazen öyle geceler oluyordu ki Suna, Kaya'nın eve, odalarına hiç gelip gelmediğini anlayamıyordu bile. Belki de yalıya geliyordu ama başka bir odada kalıyordu, bunu yalıdakilere nasıl açıklamıştı bilememesine rağmen. Belki de hiç gelmiyordu. Belki de annesinin yanında kalıyordu. Annesinin yanında. Şehmuz Bey'in evinde. Şehmuz Bey'in kızıyla aynı çatı altında. Bu düşünce onu ölesiye korkutuyordu. Böylesine korktuğu için kendisine kızıyordu. Kendisiyle daimi bir çatışma hâlindeydi. Bir yanı mutlu olsana, bitti işte, sen istedin bu geri dönülmez yoldan kurtulmayı, gül artık, yakında falcının dediği her şey gerçek olacak ve sen hakettiğin mutluluğa erişeceksin diyordu. Diğer yanıysa, pek gün yüzüne çıkarmadığı, çıkmasına izin vermediği yanı, geceleri vücuduna sarılan o kolları özlüyordu. Boynunu okşayan o nefesi özlüyordu. Bir keresinde bu özlem ve o korku öylesine büyümüştü ki Suna bütün bir gece uyumadan Kaya'nın dönmesini beklemişti, yatakta sırt üstü uzanıp tavanı izleyerek. Sabahın ilk ışıklarına doğru kapı açılıp içeri sendeleyen bir Kaya girip devrilircesine yatağa yatınca derin bir nefes almıştı. Kafasını sağa çevirip Kaya'ya bakmaya cesareti yoktu. Onunla bırak konuşmayı göz göze gelmeye bile çekiniyordu artık. Kaya'ya dair kendini her şeye hazırlamış olduğunu sanıyordu ama böyle uzak, böyle umursamaz, böyle soğuk bir Kaya'ya hiç hazır değilmiş işte. O gece, Kaya'dan yayılan çiçeksi bir parfüm ve viski kokusuyla sabahı sabah etmişti, nerde olduğunu sorgulama hakkını kendinde bulmadan, nasıl olduğu soramadan.
Suna artık neredeyse hiç konuşmaz olmuştu. Duyduğu tek ses kendi kafasının içindeki seslerdi. Ses telleri sanki kullanılmamaktan işlevlerini yitirmiş gibiydi. Ailesi arayıp hâlini hatrını dahi sormuyordu. Seyran kendi hâlindeydi. Yalı sakinleriyle zaten bir iletişimi kalmamıştı. İfakat en ufak bir yanlışını gözlüyordu Suna'yı kapı dışarı etmek için. Kaya'nın artık Suna'ya karşı yüklendiği bir koruyuculuk rolü olmadığının İfakat de farkındaydı belli ki. Asuman kendi dertleriyle uğraşıyor, hâlâ bitmemiş olan yasını tutuyordu. Ferit ise her zamanki Ferit'ti. Sadece kendi dertleri, sadece kendi hayatı, sadece kendi öncelikleri. Ferit'le ne zaman oturup bir şeyler konuşabilmişti ki Suna ya da herhangi birisi? Suna öyle bir hâle gelmişti ki yalının içinde kavga edecek bir Pelin olmasını bile özlüyordu. İşte tam da o günlerden birinde fark etti aslında o koca evde, o koca yalıda onun dilinden anlayan tek kişinin Kaya olduğunu. Kafasını her çevirdiğinde Kaya'yı görmenin onu nasıl da rahatlattığını. Ama artık Kaya yoktu. Kaya artık yalıya adım dahi atmıyordu. Hasbelkader yolu yalıya düşse bile ya Suna'nın karşısına hiç çıkmıyor ya da çıksa bile konuşmuyor, yüzüne dahi bakmıyordu. Suna, Kaya'yı suçlayacak bir şey bulamıyordu, kızamıyordu ona. Suçlanacak, kızılacak biri vardıysa o kişi bizzat kendisiydi, başka biri değil. Hele Kaya hiç değil.