︎
[I'll try not to starve myself
Just because you're mad at me]✦
︎
︎"Yeontan! Buraya gel!"
Elimdeki henüz yeni doldurmuş olduğum mama kabını yavaşça yere bırakıp etrafta yaramaz oğluşumu aramaya başladım. Yine yemek vakti olduğunu anlamış, benimle oyun oynamak istediği için saklanmıştı. Onu aramam hoşuna gidiyordu sanırım. Mama paketinin sesini her duyduğunda saklanıyor, ben de onu -nerede olduğunu bilmeme rağmen- arıyordum. Onu her buluşumda ise sevinçle kuyruğunu sallayarak üzerime atılıyordu.
"Yemek zamanı bebeğim!"
Salona doğru ilerledim ve arkasına saklanmış olduğunu düşündüğüm koltuğa yaklaşmaya başladım. Henüz birkaç adım atmış olmama rağmen heyecanla salladığı kuyruğunun ve muhtemelen dışarı sarkıtmış olduğu dili yüzünden aldığı sesli nefeslerini duyabiliyordum. Şapşal bebeğim benim gizlendiğini mi düşünüyordu gerçekten? Ani bir hareket ile koltuğun arkasına geçtiğimde bir an için afalladı ama hemen ardından havlamaya başladı. Ayaklarımın etrafında dolanıp tatlı sesiyle bana seslenirken ona uzandım ve onu kucağıma aldım.
"Babanın gösteriye geç kalmasını mı istiyorsun?"
Büyük siyah gözleriyle bana bakarken o minik burnunu ısırmamak için kendime hakim olmaya çalışıyordum.
"Hadi beraber kahvaltı yapalım"
Kucağımda yeontan ile beraber mutfağa doğru ilerledim. Onu mama kabının yanında, kollarım arasından indirdim ve ben de yemek masasının bitişiğindeki sandalyelerden birine oturdum. Yine soğuk sandviç yapmıştım lakin tek bir lokma yemek için bile kendimi ikna edemiyordum. Gergindim. Masanın üzerindeki streç film ile sarılmış kepek ekmekleriyle bakışıyordum. Yemem gerekiyordu. Buna mecburdum çünkü kimse keman sesine eşlik eden bir karın gurultusu duymak ya da sahne de açlıktan bayılan bir öğrenci görmek istemezdi. Öğretmenlerimi küçük düşürmemek kendimi de rezil etmemek adına ezik kişiliğimden sıyrılıp mideme alacağım iki lokma yemek bana böylesine eziyet etmemeliydi. Belki kendim için bir şeyler yapmazdım fakat çevremdeki insanların modunu düşürüp günlerini mahvetmek hakkım değildi.
Kasılan mideme inat, filmle sarılı sandviçlerden birini elime aldım. Üzerini açar açmaz burnuma gelen mayonez kokusu öğürmeme neden olduğunda ise elimdeki sandvici masaya geri bıraktım.
Bu kadar mısın sen Taehyung?
Bu kadardım işte ben. Bu kadar korkak bu kadar çaresiz bu kadar eziktim. İki parça ekmek bile deli gibi titrememe neden oluyor, peynir kokusu gözlerimi dolduruyordu. Sadece koklayarak bile ağırlaştığımı hissediyordum. Neden bu kadar zorlanıyordum? Diğer insanlar için sorun olmayan, hakkında düşünme gereği bile duymadıkları bu aktivite benim hayatımı neden zindan ediyordu. Bu adil miydi? Diğerleri yemek yerken neler düşünüyordu? Bu kadar takılıyorlar mıydı? Bunu nasıl aşıyorlardı?
Jungkook ne yapıyordu?
Aslına bakarsak son zamanlarda ne zaman bu hale gelsem zihnimde yankılanan tek isim o oluyordu. Çünkü bana söylediği sözlerin arkasında aynı sorun ile boğuştuğu bir gerçekti. Ama bana hiçbir sorun yokmuş gibi lanse etmesi de beni huzursuz ediyordu. Ben istediğimde yemek yiyor, ben istediğimde yanyana uyuyorduk. Temastan ve vücudunu sergilemekten de asla çekinmiyordu. Ona çok mreniyordum. Bana huzur veren ama aynı zamanda yüzüme ayna tutarak kendi gerçeğimi bana gösteren kişiydi. Kesinlikle tüm sorun bendim. Aynı durumdan muzdarip insanlar bile sınırlarını yıkarak hayatlarına yön verebilirken saçma sapan bir durum yüzünden bileklerime kelepçe vuran bendim. Çünkü bu kadardım ben.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orange juice / taekook
FanfictionJungkook, kız arkadaşının onu terk etmesine neden olan uyuşturucu bağımlılığından kurtulmak için yüklediği uygulamada, yeme bozukluğu olan Taehyung ile tanışır. [Texting, düz yazı]