"... ben çayırda bir çiçek gibi açarken yeryüzü kırmızıya mı boyandı?"
—
parmakları arasında çevirip durduğu viski bardağını dudaklarına dayadı, dudaklarının kızıl kırmızısıyla bardağın camını karartırcasına tıslamalar eşliğinde son kalan yudumu da ağzına doldurduktan sonra sertçe yutkunup boğazından kayan sıvıyı hissetti. dudaklarında kalmış viski çenesinden damlayıp boynuna doğru yol alırken bar taburesinde yükselip yüksek topuklu botlarıyla zemini ezerek terk etti mekanı.
çatık kaşları arasında sanki minik bir işçinin çivi çaktığını hissediyordu. parmakları arasında sallandırdığı deri ceketini kollarına geçirip salına salına yürümeye devam etti gecenin karanlığıyla zar zor aydınlanan boş sokakta. kafasının içinde çekiçle vurma sesleri duyuyordu, gümbür gümbür bir şeyler patlıyor ve zihninin duvarları yırtılıyordu sanki.
yalnızca botlarının kaldırım taşlarında bıraktığı gıcır gıcır sesler ve sokak arasında meydana gelen her bir eylem, yaprağın yere düşüşüne kadar kulaklarına ulaşıyor ve de bir gürültü oluşturuyordu sanki. her şey ve herkes gürültü, her şey ve herkes kalabalıktı ve o, ikisinden de nefret ederdi.
ileride çok geçmeden dairesine vardığında önce terasta buldu kendini, 12 katlı binanın tepesinde salınırken başındaki sızı yerini yavaş yavaş rahatlamaya bırakmaya başlamıştı. gecenin karanlığını ciğerlerine doldurur gibi burnundan derin bir nefes aldıktan sonra kıkırdadı, daha çok dudağı tek yanağına doğru kıvrılırken dişlerinin gıcırdama sesi gibiydi bu.
terasın sonuna kadar yürüyüp şehri en iyi görebileceği yeri seçip oturdu, bacaklarını aşağıya doğru sarkıttı ve şimdi bütün muhteşemliğiyle seul ayaklarının altında ışıl ışıl parlıyordu işte. lacivert gökyüzünde tek bir yıldız dahi yoktu, böylesi daha iyiydi. şehrin ışıkları onu yeterince tatmin etmese de bir şeylere yardımcı olduğunu biliyordu. gökyüzüne doğru başını kaldırdığı vakit sırtında havalanmıştı simsiyah kanatları, gecenin karanlığını ondan çok seven birileri varsa onlar da kanatlarıydı, kudretinden, görkeminden geriye kalan tek şeydi onlar. kanatlarına zıt gecenin karanlığında bir kan lekesi gibi seçilen kızıl saçları rüzgarda uçuşurken ruhunun açlığını çektiği kara bulutları hissetti göğsünde.
böylesi iyiydi, ama bu kadarı yeterli değildi. pas tutmuş ruhunun, vardıysa eğer, açlığına bir çare bulamıyordu nicedir. daha fazlasını istiyor, hep daha fazlasına gidiyordu gözleri dünyaya ilk adım attığından beri. bu kez kendine engel olmadı, hoş, ilk seferinde de olmamıştı fakat açgözlülüğü onu yeraltından kovdurmuştu, dünyadan da kovulacak hâli yoktu ya.
—
"ben gelemem diyorum seungmin, finaller yeni bitti eve gidip uyuyacağım, daha fazla ısrar etmesene. ısrardan hoşlanmadığımı biliyorsun."
"sik emmekten daha çok hoşlandığını biliyorum han jisung, yalnızlıktan benim yakama yapışmak üzeresin. bir çare bulmamız lazım şu hâline."
"ne varmış benim hâlimde? ben seviyorum yalnız olmayı, hem söyledim sana, tek gecelik ilişki olayı bitti artık benim için."
"niyeymiş o?"
"aşık olmaya saklıyorum kendimi."
"2 gün süreceğine adımın kim seungmin olduğu kadar eminim."
ellerini montunun cebinden çıkarmadan omzuyla yanındaki çocuğu ittirdiğinde gülmüştü uzun boylu olan. saçlarının arasına karışan kar tanelerini hissettiğinde atkısını sıkıca dolamıştı kızarmış tombul yanaklarına. pekâlâ, seungmin neyi sevip sevmediği konusunda haklı olabilirdi fakat bir diğer sevmediği şey ise kendisine emrivaki yapılması ve de "hayır" dediği halde ısrar edilmesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
it happened quiet, minsung ✓
Fanfiction"çölde bir yaratık gördüm, çıplak, hayvansı. yere çömelmiş tutmuş elleriyle kendi yüreğini, yiyordu. dedim ki: 'arkadaş, iyi mi bu?' 'acı, çok acı,' diye yanıtladı; 'ama seviyorum onu çünkü acı ve çünkü benim yüreğim o.' " [for berryrenpie ♡]