Kağıttan Kent

26 2 0
                                    

Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, güzel toprak kokusu, ışıklarla dolu terasımız ve Çağrı'nın hediye ettiği küre. Üçümüz baş başayız bu gece.

Dakikalardır burada oturuyorum ve yaptığım tek şey bir elimdeki küreye birde gökyüzüne bakmak. Baktıkça aklıma yazacak konular, eski anılar geliyor. Hani bazı şeyler kafanızda parçalı bulutludur ve gün geçtikçe yavaş yavaş yaşadıklarınız size eskiyi anımsatır ya, işte tam olarak benim yaşadığım da böyle. Bazen saatlerce bir anıyı hatırlamaya çalışırsınız ve o an aklınıza asla gelmez. Aradan biraz zaman geçer ve en olmadık yerde belirir zihninizin en derin köşesinde. Bazense bu kadar şanslı olamazsınız. Hatırlamak için günlerce uğraşır, uğraştıkça unutursunuz çünkü bilirsiniz yaşanılanlar bir gün unutulur. Unutulmayan tek şey hislerdir,  geriye kalan hatıralardır. Hatırda kalan ; yaşanılanların sevinci, acısı ,hüznüdür. Derin olan duygulardır, yaşanılanlar değil; ve yine, asla unutulmayanlar o anlarda hissedilenlerdir. Çok sevdiğim bir yazarında dediği gibi: "Kent kağıttandı ama hatıralar değildi."

Ve bazı hatıraları unutmak belki de kirlenmiş bir ruhun temizlenmesiydi. Annelerin, babaların günahları çocukları kirletir miydi? Kirliydim sanki, ellerim kirliydi. Temiz duygularla ettiğim umutlar kirletmişti bedenimi. Geride kalmıştım, siyaha dönmüştü umutlarım. Bir bulut gibi geçmişti yaşamımdaki güzellikler. Saniyeler dakikaları bulmamıştı, bulamamıştı. En sonunda anlamıştım; bir dönem beni mutlu eden her şey bir gün benden gidecek ve beni hüsrana uğratacaktı. O yüzden mutlu olmamalıydım hiç, elimden kayıp giderdi sevinçlerim. Gözyaşlarıma eşlik ederdi ümitlerim. Gelen olmazsa giden de olmazdı. Bu küreye artık kar yağmalıydı. Gelip gidenlerin anılarını temizlemeliydi. Ya da belki de hiç gelemeyenlerin...

                                                                                                      🌊

Bugün büyük gün. Bugün Çağrı'nın belki de hayatında yaşadığı en güzel günlerden biri. Aldığı hediye ve ısrarları neticesinde bu güzel olayın içinde benim de bir yerim var. Mutlu bir aile tablosunun içindeyim. Arabayı bile ben sürüyorum çünkü heyecandan elleri titriyor. En sonunda havalimanının önüne arabayı park ettim ve hızlı adımlarla içeri girdik. 

Şimdi çevreme bakıyorum ve bir tarafta mutluluktan dökülen gözyaşları, diğer tarafta ise belki bir daha hiç birbirini göremeyecek insanların uzun vedaları...

Bir taraf umut dolu diğer taraf tüm umutlarını dışarıda bırakmış. Bir tarafın yüzündeki tebessüm diğer tarafın yüzündeki acıyla pek uyuşmuyor. Bir taraf bu denli mutlu olurken diğer tarafın acılar içinde savaşması ne kadar adil onu düşünüyorum. Kenarda bir anne sarılıyor oğluna. Gitme der gibi bakıyor yüzüne. Anlamıyor, anlayamıyor kimse. Ama görüyorum, duyuyorum, hissediyorum. Oğlunun hareketlerinden teselli ettiği belli oluyor. Muhtemelen her ay geleceğini fısıldıyor annesinin kulağına. Annesi kabullenmiş gibi durmuyor. Canından can gidiyor ama gülümsemeye çalışıyor çünkü biliyor oğlu onun üzüldüğünü görürse içi rahat gidemez. Hep aklı burada kalır. O havalimanında bir anne kalbini bırakıyor. kalbi olmadan yaşayamaz insan o da biliyor. 

Küçük bir çocuk el sallıyor bu kez. Gözleri dolu dolu. "Bu kez doğum günüme yetişirsin değil mi baba?" diye soruyor karşısındaki adama. Adam kucaklıyor küçük çocuğu. Saçlarını öpüyor, kokusunu içine çekiyor. "Tabii ki oğlum." diyor çocuğuna. Az önce gözleri dolu olan minik çocuğun yüzü aydınlanıyor birden. Az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi gülüyor gözlerinin içi. Öyle çok güveniyor ki babasına, bir cümleyle tüm umutları tekrar yeşeriyor. Bundan sonra olacaklar bana çok tanıdık. Sayacak, sayacak, sayacak. Parmaklarını gösterip "Anne babamın gelmesine bu kadar mı kaldı?" diye soracak. Annesi cevabı bildiği halde yüzüne bir gülümseme takınacak ve içine ağlayacak.

Yıldızlar da KayarWhere stories live. Discover now