1.3

105 13 35
                                    

okulun tatıle gırmesı ve sınıftakı otıstıklwrı bır hafta boyunca gormeyecek olmanın serefıne bolum✋🏻

taslaklarım tukenıor kızlr. korkunc.

"ben hâlâ o ikisini bomboş evde bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum. felix'imin başına bir şey gelecek, hayvan changbin yer çocuğu hyung. geri dönelim!" chan hyung'un koluna daha da sıkı tutunurken tek koluyla beni sürüklemesine izin veriyordum. dışarıdan oldukça çekici görünebilecek bir görüntü olsa da sürüklenen kişi olunca işler değişiyordu.

chan hyung sinirle bir nefes verdiğinde durmam gerektiği sinyalini almıştım. dudaklarım büzülürken kolunu bıraktım ve kendim yürümeye başladım. yanında somurtarak yürürken bir kez bile bakışlarını elindeki belgelerden kaldırmıyor olması iyice sinirimi bozmuştu.

dün belgeleri aldıktan sonra chan hyung ile isminin soyoung olduğunu öğrendiğim yaşlı kadının bir gününü uzaktan incelemiştik. gördüklerimle kadına iyice bilenip dolandırılmayı hak ettiğini düşünsem de sabahtan beri bunu yapmamak için diretiyordum. ilk sebebi felix ve changbin'i aralarındaki gerginlikle öylece evde bırakmak olsa da bunun altında yatan asıl nedeni ben de bilmiyordum. sadece yapmak istemiyordum, çabuk vazgeçmiştim.

daha demin yanımdaki bedenin yaptığını taklit edip sıkıntılı bir nefes verdim dışarıya. ilerlemeye devam ederken onun gibi elimdeki kağıtları incelemeye başlamıştım. zaten ne olduğunu biliyordum ancak rolüme iyi çalışmalıydım. chan hyung ile çıktığımız ilk görev olmasa bile herhangi bir hata yapıp sonucunda yakalanacak olma düşüncesi beni geriyordu.

chan hyung kendimi bildim bileli bu bataklıktaydı, senelerdir kurtulmaya çalışsa bile gördüğü sert muamele bundan vazgeçmesine neden olmuştu ve bunlardan birine ben de şahit olmuştum. namjoon'un tüm çete önünde onu nasıl dövdüğünü görmek hâlâ beni sinirlendiren bir olaydı. öte yandan hatasından ders almış ve işlerini saman altından su yürütür gibi yapmayı öğrenmişti. on dördümde bir hata yapıp da bu aptal yere düştüğümden beri gerçekten yakın olduğum üç çocuktan ilkiydi chan hyung ve onu abim olarak görmekten kendimi alıkoyamıyordum. zaten o da bundan rahatsız değildi ve bana ayak uyduruyordu.

düşüncelerim arasında gelmeyi amaçladığımız yere ulaştığımızda kağıdı indirdim ve etrafı inceledim. iki üç katlı binaların arasında kalmış, eski olduğu bir metre öteden belli olan gecekondu bir evin önünde durmuştuk. küçük bahçesinde beton döşeliyken duvarlara yakın yerlerde birkaç eskimiş sandalye duruyordu. oturmayı bırak elimle hafif kuvvet uygulasam kırılacak gibi duran sandalyelere aynı ahşaptan yapılmış küçük bir masa eşlik ederken tam karşıda duran saksılardan pek de uzun olmayan, adını bilmediğim bitkiler yükseliyordu.

chan hyung öylece dikilmeyi bırakıp kapıyı çaldığında içime nüfuz eden garip duyguyla etrafıma bakındım. sırtımda hissettiğim delici bakışlar kendini ele verirken deklanşör sesi kulaklarımı doldurdu. az sonra karşıdaki apartmanın duvarının ardında bana gülümseyen bir surat görüş açıma girip hızlıca çıktığında kaşlarımı çattım.

bizim fotoğrafımızı çekmişti.

yirmi metre öteden görsem tanıyacağım kahveler, zaferle gülümseyen ifadesiyle bana bakan surata yumruğumu indirmemek için kendimi zor zaptederken kapı açıldı ve yaşlı kadının kafası karışmış ifadesi görüş açımıza girdi. kaşlarım çatık önüme dönerken aklımda öfke şimşekleri çakmaya başlamıştı bile. yüzüme sahte bir gülümseme koydum ve chan hyung ezberlediği konuşmaya girdiğinde onu ilgiyle dinlemeye başladım. elbet bu yaptığının hesabını sorma zamanı da gelecekti.

between us, jeongsungWhere stories live. Discover now