''Kaçma yavrum! dur. Annen merak ediyor''''Şemsiyeyi al hasta olacaksın!''
''Yavrum içeri gel.. Ailen yok mu senin?!!
Hiddetle salladım kafamı. Kesik kesik nefesler alıyor, şakaklarımdan akan yağmur tanelerini görmezden geliyordum.. Zifiri karanlığı kendine yuva belleyen sokağa adımladım hızlıca.
İnsanlar arkamdan bağırıyor, kaybolup kaybolmadığımı sorup beni durdurmaya çalışıyordu.. Kaybetmiştim evet! fakat evimi, adresimi, annemi veya babamı değil! Çocuk yaşta çocukluğumu kaybetmiştim. Dışarda top oynayamadan, mahallede volta atamadan, bakkala ekmek almaya gönderilemeden kaybetmiştim.
Çocukluk aklı işte.. bulmaya çalışıyordum o dar, o leş kokan sokakta. Bulmaya çalışıyordum gecenin dördünde, en kızgın yağmur tanelerinin altında benliğimi..
Cılız bacaklarıma lanet ederek daha da hızlı koşmaya başladım. Uzu uzun binaların altında yok oluyordu cılız bedenim. Beni aileme götürmek için peşimden koşanları umursamadan koştum. İki sokağı birbirine bağlayan, ince, karanlığa bir kere daha hapsolmuş bir sokağın yanından geçtiğim sırada bir el uzandı aciz bedenime..
Doğrudan kendine çekti beni ve susmamı işaret etti! Dışardaki sömürücülerden kurtulmanın tek yoluydu burada saklanmak. Doğmaya yüz tutmuş güneşin yaydığı ışığın altında aniden gözlerimi çevirdim beni çeken bedene; Okyanusu içinde barındıran emarelerini dikmişti gözlerime..
Yağmurun en şiddetli olduğu, insanların kendinden kaçtığı o gece hayatımın dönüm noktasıydı. O gece insanlardan kaçmak, daha küçük yaşta işlediğim en büyük günahtı. Yağmurun her damlası şakaklarımdan boşalırken, nefesim kesiliyordu. Karanlık herkesi içine çekerken ara sokakta elimden tutup beni kendine çeken kişi, beni doğacak felaketten kurtarmış; hayatıma bir yön vermişti.
Uzun koridorda ebediyete baktı. Grinin hakim olduğu salona benzer yerde, gecenin en zifiri karanlığının ışığı yayılıyordu. Tedirgince dolandı bakışları lanetleniş olan o yere. Bu son şansıydı! müzeden çalacağı elmas birinin hayatını kurtaracaktı ve o kişinin hayatı onun parmakları arasındaydı..
Kafasını eğerek boylu boyuna gri ile boyanmış duvara sindi. Kameralar sorun değildi ama güvenliğin onu görmemesi gerekiyordu.
Camla kaplı uzun taşlara baktı. Vazgeçemezdi. Bazen başkaları için çok nesnel olmak zorundayızdır. O bunu en acı şekilde tecrübe ediyordu. Hızlıca yerde sürünerek Enes'in yanına gitti. Uzun uzun baktı arkadaşına. Onun yüzünden bulaşmıştı bu işlere Enes...
''Karşıya geç, ışıklar yanarsa biteriz.'' dedi otoriter tutmaya çalıştığı ses tonuyla.
''Ben sana diyorum yakalanacaz sen bana ne diyürsün. Ulan biz burada ne ediyoz?'' diyerek sitem etti Enes. Korkudan şivesi bile kayıyordu. Yaşamın acı izleri sarmıştı bedenini. Yakalanma korkusu ölümün soğuk nefesi gibi kodlanmıştı beynine.
İnsan kaç kere son verir bu yaşama?
Sağ elini alnına attı. Gerçekten bazen dayanılmaz oluyordu ama başka da çare yoktu. Yola çıktığı insanı yarı yolda bırakmak onların kitabında yazmıyordu.