Aslına bakarsanız öyle çok afilli günler geçirmiyorum ve çok aksiyon dolu bir hayatım yok fakat anlatacak çok şeyim var.
"Mesela ben daha çocukken okul dönüşü babam dükkanda olmadığında Radamir ağabeyin orada beklerdim gelmesini. Zaten Radamir ağabeyin de babamdan bir farkı yok, uzun senedir dostlar ve çok iyi tanırlar birbirlerini, e hâl böyle olunca bizim de aramız fazlasıyla iyi." Elimdeki dondurmadan acımasız bir ısırık alıp ağzımın dolu olmasını umursamadan kurdum cümlemi.
Edin isimli kumral çocuk yol boyunca ne anlattıysam büyük bir ilgi ile beni dinlemiş, bir sıkılma emaresi göstermediği gibi dediklerime teker teker yorum yapıp sorular sormuştu. Kısa sayılabilecek bir market yolculuğunda gösterdiği tavır bile ona ısınmam konusunda bana güzel bir kapı aralamıştı, ben de ikiletmeden o kapıdan geçmiştim.
"Baban ile aran fazlasıyla iyi herhalde ?" Diye bir soru yöneltti bana ben cümlemi bitirdikten sonra. "Annemin ölümünden sonra fazlasıyla yakınlaştık, bir nevi arkadaş gibiyiz. Ben zaten tek çocuğum, onun getirdiği bir yakınlık da var." Sorusunu yanıtlayıp bir de ekstra gereksiz bilgiler döşemem kendime kısacık bir an kızmamı sağladıysa da umursamamaya çalışarak döndürdüm bakışlarımı ona tekrar. "Üzgünüm." Dedi o ise, ben annemin ölümünden bahsettiğimin bile farkında değilken o ne diyeceğini bilemeyerek bakışlarımızı birleştirdi. "Sorun değil, çok geçti zaten üzerinden. İnsan bir süre sonra alışıyor." Bir ısırık daha aldım dondurmamdan omuzlarımı silkerken. Bir tanesini yolda yiyordum ki bir tanesini de diğer oğlanlar ile beraber yiyebileyim. Biliyorum, biraz çocuksu bir hareket olabilir fakat umurumda değil, benim önceliklerim var. "Hep burada mıydınız, Cloras'ta ?" Dedi bu sefer, o diğerleri ile yemeyi tercih ettiği için sadece olabildiğince benimle göz teması kurmaya çalışarak yürüyordu sıcağın altında. Kafamı olumlu anlamda sallarken dudaklarımda hissettiğim dondurmayı yalama girişiminde bulundum konuşmadan önce. Onun ise bakışları kısacık bir an benim dudaklarıma düştü ve utanmış gibi çekti tekrar gözlerime. Ben de bu hareketini yakalamamışım gibi konuşmaya devam ettim.
"Hep buradaymışız, yani sadece ben değil bütün kökenim buraya dayanıyor. İnan bana, dedemin dedesinin dedesi bile bu yolda yürüyüp karşıdaki inşaatı göstererek ilerde değerlenir buralar falan demiştir." Diye yanıtladım sorusunu. Yine alakasız alaksız bilgiler vermiştim ama kıkırtısı kulaklarıma ulaşınca inanın düşüncelerimden sıyrıldım. Gülüşü yaz gibiydi.
"E sen bayağı yerlisisin buranın. Benim yolumun düşme hikayesi farklı biraz, bir ara sen bana şehri gezdirirsin, ben de sana anlatırım." Dedi üst bedenini hafifçe benden tarafa çevirirken. Bir sonraki görüşmemizi ayarlaması ve kendi hakkında bir şeyler öğrenebilecek olmam beni anlamsızca heyecanlandırdı. Bu heyecan yüzüme yansıdı ve gülümserken kafamı olumlu anlamda sallayıp görüş açıma giren dükkana kendi içimde lanetler okuyup konuştum. "Tamam Edin, anlaştık." Benim gülüşüm onun yüzüne de bulaştı, iki gözünü kırpıp açarken onayladı kendince anlaşmamızı ve elindeki poşet ile girdi tanıdık binadan içeri.
"Sonunda dönebildiniz." Biz oğlanların yanlarına girer girmez konuşan Boro oldu, Edin ise poşeti masaya koyarak boş bulduğu yere attı kendisini. Herkes poşetti dondurmalardan birer tane seçip alırken Milos Edin'e doğru söylendi. "Bıktırdı mı seni Dusan ?" Adamın ağzından çıkanlar ile Daniel de Arvis de kıkır kıkır gülünce kumral olan ellerini hayır anlamında sallarken konuştu. "Yok yok, gayet hoş sohbet birisi." Bunu söylerkenki samimiyeti ve yüzünde oluşan o tatlı gülümseme ile gözlerimi üzerinde alamamış gibi hissettim.
Daha sonra sessizce dondurmalarımızı yedik.
-
"Ben kaçayım, size iyi çalışmalar." Demem ile kendimi dükkandan dışarı atmam bir oldu. Benim varlığım oğlanların kaytarmaları için güzel bir sebep olabilirdi fakat ne yapmış ne etmiş dondurma yeme işi bitince hepsini ayaklandırıp halledilmesi gerekilen bazı işleri halletmiştik. Daha doğrusu ben ve Edin halletmiştik, diğerleri ufak -35 dakikalık- bir müzik molası vermiş oldukları için her şey bize kaldı.
Günün bitmesine hâlâ vakit vardı ve yapacak hiçbir işim yoktu, ben de o yüzden Dominik ve Frederico'nun evinin yolunu tuttum. 20 dakikalık yürüyüşüm sonucu tanıdık müstakil binanın önünde durup çaldım kapıyı. Biraz bekledim derken pıtı pıtı koşma sesleri geldi kulağıma, sonra da gözler kan çanağına dönmüş şekilde Dominik açtı kapıyı. "İnanmiyorum Dominik iyi misin ?" Yüzü gözlerimin önüne gelir gelmez ağzımdan çıkan tek cümle bu oldu.
"Çabuk gel içeri, vaktimden çalıyorsun." Der demez beni öylece bırakıp tekrar pıtı pıtı içeri koştu. Ben biraz öylece arkasından baktıysam da çabucak kendime gelip girdim içeri. Koridoru dönerken içerden gelen ağlamaklı ses ile adımlarım hızlandı ve salonun ortasına koymuş koca bir masa ve üzerindeki üç farklı SATRANÇ takımı ile istemsiz bir küfür dudaklarımdan döküldü. Bu çocuk bazı şeyleri fazlasıyla ciddiye alıyordu.
"Dusan lütfen kurtar beni yoksa gözlerimden filler çıkacak, saatlerdir oynuyoruz her seferinde farklı bir şeyler deniyor ve siyah beyaz kareler görmekten midem bulandı." Masanın karşısında hâl değişimi yaşayıp katıdan sıvıya dönüşen Frederico beni görür görmez konuşmaya başladı. Onu gram umursamayan Dominik ise "Sus Frederico, bak yeni bir şey buldum, bunu deneyeceğim." Deyip kanepelerin üzerine dizdiği birkaç farklı kitabın sayfalarını karıştırmaya devam etti.
Kısaca durum içler acısıydı.
"Şu duruma bir el atalım." Kendi kendime bir görev edinişim ile önce Dominik'in gözlerini çektiği kitapların aralarına ayraçlarını yerleştirerek teker teker kapattım ve topladım. Bunu sessiz yaptığım için o sırada tahtayı dizen oğlan beni fark etmemişti. Sonra ise neden orada olduklarını bilmediğim kumaş ve tahta satranç takımını topladım ki Dominik'in bakışları bana döndü. Yerinden fırlayıp elimdeki ağır şeyleri almaya girişmesi bir oldu, ben de birkaç adım gerileyip kumaş takımı Frederico'ya fırlattım.
"Dominik dur !" Deyip elimi ona doğru kaldırmam bir anlık afallamasına sebep olduğu için tahtayı koltuğa bıraktım ve ellerimi iki omzuna yerleştirdim. "Bak, anlıyorum hırslısın ve kaybetmeye, hem de kendi hatan yüzünden kaybetmeye tahammülün yok ama bi sakin ol, deli mi sikti seni be !?" Başta sakin çıkan sesim sonlara doğru yükselince Dominik'in de kaşları çatılmış ve dik dik bana bakmaya başlamıştı. "Kardeşim ver şu takımları, gözlerim farklı tahtalara alışsın diye dönüşümlü kullanıyorum ben onları, hem kitaplarımı niye kapattın daha bir ton denenecek strateji var !" Deyip ellerimden kurtulması bir oldu. "Hayır bal tanem, yok sana daha fazla satranç. Hem bak verimini kaybetmişsin, nasıl da belli oynadığından bir bok anlamadığın." Harbiden yorgun gözüküyordu. Gözlerim Frederico'ya kayınca onun sessizce masadaki asıl takımı topladığını fark ettim ve bir adım daha attım beyaz tenli oğlana.
"Bak Dominik, şimdi siz gidip saçma sapan bir gençlik filmi açıyorsunuz, ben de size meyve falan hazırlıyorum. Senin kafanı güzelce boşaltıyoruz, ertesi gün de bomba gibi devam ediyorsun çalışmaya. Hem de bizim dükkanda çünkü senin Radamir ağabey ve babamla oynamanı sağlayacağım." Sakin sakin kurduğum cümleler ile uysal bir evcil hayvan gibi kafasını sallayınca ensesinden çekip kafasına sulu bir öpücük kondurdum.
Acaba Edin sever miydi satranç oynamayı ?
-
bal tanem dominik 💗
s‼️kis yok diye bizi pek sevmediniz fakat ben bu kurguyu coook sevdigim icin yazmaya devam edecegim, hberinz olsn.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
QUEEN OF HEARTS
FanfictionDusan Edin'e lakabının Gençlik olduğundan bahsetti, Edin ise sonraki hayatında ihtiyacı olanın o olduğunu söyledi. !small town au, !şimanski's fav ff