Küçücük odamda pencereden dışarıyı izliyordum. Bu akşam son kez bu pencereden dışarıya bakabilecektim. Bugün tatilin son günüyüdü ve yarın öğlen saatlerinde evden çıkmam gerekiyordu.
Her on altı yaşına basmış bir birey gibi bende sihir akademisine gidecektim. Lorel. Sihir akedemisinin adının eskilere dayanan bir olaydan kaynaklandığı söyleniyor. Tabii bu bilgi eski arşivlere kaldırılmıştır.
Son zamanlarda herkes zümrüt taşının sahibi olmak istiyor. Neymiş efenim evrenin en güçlü hünercisi olacakmış. Aynen kardeşim sen o yolda devam et.
O zümrüt taşı dokuz yüz milyon yılda bir efendisini seçiyordu. Ve şansıma bu sene zümrüt taşı efendisini seçecekti. Yani işim yaştı. Akademideki tüm büyücüler taşı kazanabilmek için her olasılığa göz yummuşlardı.
Yazık yani. Düşünsene taşı kazanmak istiyorsun ve son göreve geldin. Taş diyor ki aileni öldür. Başlarım taşa şimdi. Hatta bana kalsa sınava bile girmezdim ama zorunluydu işte.
Kolumdaki saate baktım. Saat onu geçiyordu. Çatıkatında yaşadığım için her yer bana aitti. Bir tane klasik yatağım, çalışma masam ve dolabım vardı. Onun dışında pek bir şeyim yoktu. Zaten dolabımda da bir şey kaldığını söyleyemezdim. Hepsini bu sabah bavula kaldırmıştım.
Yarın kahvaltı yaptıktan sonra yola çıkacaktım. Penceremin önünden ayrılıp ıhlamur çayımdan bir yudum aldım. Şu hayatta en sevdiğim şeylerin başında geliyordu. Evde her zaman ıhlamur çayı bulundururdum.
Bavuluma da on paket ıhlamur koymuştum. İçlerinde yirmişer tane vardı. Aslında bana kalsa daha fazla koyardım ama bavula sığmıyordu.
Komodinden telefonumu aldım. Annemin bana doğum günü hediyesiydi. Anlamamıştım ama som modeldi. Her halde on beş sene bunu kullanırdım.
Yüz kilidini açtıktan sonra mesajlara girdim. Tahmin ettiğim gibi herkes yarınki okuldan bahsediyorlardı. Biraz göz gezdirdikten sonra çok bir işime yarayacak bilginin olmadığını gördüm.
Aynanın karşısına geçtim ve kendimi süzdüm. Masmavi gözlere ve saçlara sahiptim. Kısa biri değildim. 1.74'tüm. Çubuk kraker gibi değildim. Kol, bacak ve karın kaslarına sahiptim. Vücuduma baksanız hasta sanardınız. Açık tenliydim. Aslında hiç bir yandan bir savaşçıya benzemiyordum. Çok da umrumda değildi aslında.
Aynanın önünden ayrılıp salona indim. Annem ve kardeşlerim orada oturuyordu. "Venus tatlım ne iyi yaptın gelmekle" diye konuştu annem. "Yarın gidicem zaten sizinle vakit geçirmek istedim." Annemin oturduğu kanepenin yanına gittim. Yanına kuruldum. Televizyonda bir şeyler izliyorlardı. "Ne izliyorsunuz?" "Sanane?" diye çemkirdi kardeşim.
Gözlerimi devirdim ve mutfağa gittim. Kendime bir tane daha ıhlamur çayı hazırlıyordum. Salondan gülüşme sesleri geliyordu. Annem ne kadar beni sevse de kardeşlerime daha çok zaman harcıyordu. Tabii benim pek umurumda değildi ama bi hissettiriyordu. Çayımı hazırladıktan sonra kardeşimin mutfağa girdiğini gördüm.
"Oo kimleri görüyorum mutfakta. Normalde televizyonun karşısından kalkmaz prenses."
"Ya bi sus Venus bana kahve yap."
"Allah allah nedenmiş? Git kendin yap kahveni. Aa doğru unuttum. Sen kahve yapmayı bilmiyorsun ki. Vah vah vah çok üzüldüm."
"Ne kadar istiyorsun?"
"Yok bu sefer hiç yapmıcam öğren bakalım."
"VENUS GERİZEKALIMISIN ELİM YANARSA NE OLCAK?"
"Valla beni hiç ilgilendirmez yarın gidiyorum zaten. Öptüm"Elimde ıhlamur çayıyla koşarak mutfaktan çıktım. Odama çıkan merdivenlerin yarısına geldiğimde aşağıdan kardeşimin de çıktığını gördüm.
"Karen burası benim alanım girersen istediğim her şeyi yapabilirim. Bunu annem söylemişti değil mi."
"VENUS BANA KAHVE YAP DEDİM SANA!"
"Velet ergen."
Ayağımla Karen'ın kafasını ittirdim. Salak direk düştü.
"Karen iki sene sonra sende Loren'a geleceksin ilk sınavdan ölürsün her halde."
Kıpkırmızı bir yüzle bana bakarken umursamadan odama çıktım.Çayımı bitirdikten sonra telefonumu şarja takıp yatağa atladım. Hıxlıca uykuya daldım.