"𝘕𝘦 𝘬𝘢𝘥𝘢𝘳 𝘥𝘢 𝘣ü𝘺ü𝘮üş𝘴ü𝘯"

110 17 24
                                    

"Vincenzo Cassano."

Karşısındaki kadının kim olduğunu bilmiyordu. Veya ne yaptığını. Bu soğuk ve loş odada onu neden hapis ettiğine dair en ufak bir fikri bile yoktu.

Loş ışık ortama daha çok kötülük hissini yaymasına sebep oluyor ve onun kötü olan egosunu tatmin etmesine yardım ediyordu. Karşısındaki kadına yapmak isteyeceği tonla kötülüğü sıralıyor ve içinden teker teker geçirerek ele alıyordu.

Fakat, bir şeyi yapmak istememişti. Nedensizce ona dokunmak istemiyor, bu loş odadan onu kaçırıp, kendi ünü uğruna ona zarar vermemek istiyordu. Buna engel olmak, ona yapacağı en ufak zarardan kurtarmak istiyordu. Bir nevi kendini, ondan soyutlamak istiyor sanki hiç görmemiş gibi davranmak istiyordu. Ancak iş o raddeye gelmişti ki artık onu bırakamazdı.

Yavaşça sandalyeye bağlı kadının yanındaki boş olan sandalyeyi aldı. Yerde sürte sürte tam karşısına getirdi ve ters çevirerek kadına doğru oturdu. Kollarını sandalyenin sırtına yaslayıp ona göre masum olan bakışlarını atmaya başladı. Çekik gözlerinden süzülen masumiyeti göstermek isterken, bir yandan da sadece masumu değil, şeytanı da oynuyordu. Gözleri sadece saflığı değil, tam da şu an içindeki kötülüğü de ortaya çıkarıyordu.

Kadın, genç ve güzeldi. Kendi yaşındaydı ve yirmilerinin sonunda gösterirdi en fazla. O da onun gibi koreliydi. Gözlerinin çekikliği yüzünün daha genç görünmesini sağlarken saçlarının bakımlılığı daha çok kendine çekiyordu insanı. İçinde bir hissiyat belirdi, bu kadın aslında o kadar da yabancı sayılmazdı değil mi?

Tüm gün onu takip eden, ve bir değil günlerce takip eden bir insan ona yabancı olamazdı. Her gün kendi bahçesinden çıkarak başta yürüyüş ve koşu yapan Vincenzo'yu yaklaşık bir aydır takip ediyordu ve gözlerini ondan ayırmıyordu. Bu normal miydi peki? Asla.

Aşık olmak gibi duygular barındırmıyordu bakışları. Aksine, düşmanlıkta barındırmıyordu. İşte Vincenzo'yu bu derece düşündürten de buydu. Tarif edemediği bu duyguların bakışlarına yansımış haliydi. Bu da sonuç olarak Vincenzo'da meraka yol açmış ve kadını kaçırıp burada onu sorgulamak istemesine sebep olmuştu.

Derin bir nefes almıştı. Geleli çok olmamıştı fakat şimdiden sıkılmıştı. Kadına kendisini tanıtmış ancak bir yanıt alamamıştı hala. Son kez sabırsızca sordu.

"Kimsin?"

Gözlerinin derinliğine baktı kadın. Yıllar önce gördüğü o kişi bu kişiydi. Gözlerinin derinliğinde barınan vicdan duygusu, şefkat duygusu hala aynıydı. Aynı centilmenliği devam ediyordu. Zira etmeseydi şu an bu halde olup sakince sorgulanmazdı.

'Vincenzo Cassano...' Diye düşündü kadın. Seneler önce gördüğü çocuk ne kadar da büyümüştü. Ne kadar da kötü şöhretli bir genç olmuştu. Zaman nasılda hızlı akıp gitmişti farkında bile değildi ki...

"Ne kadar da büyümüşsün." Dedi kadın. Yumuşak ses tonu, gözlerindeki anlaşılmaz ifade ve o ifadenin içerisinde oluşan hafif pişmanlık kokan duyguyla...

Vincenzo kadından bunu duymayı beklemediği o kadar belliydi ki, normalde her durumda düz bir surat ifadesinde kalan şahıs, şu an oldukça şaşırmış bir haldeydi. Gözleri karşısındaki kadının ima dolu bakışlarına çevirdi. O kadar şey söylemek ve anlatmak varken bu kadın... Bu kadın sadece susup bunu sormayı yeğlemişti.

"Roberto." Tek kelime etmiş ve olduğu yerden ayağa kalkmıştı. Bu tek kelimelik emir ile odanın içinde bulunan, Vincenzo'nun sağ kolu Roberto Marino, dışarı adımlamış ve loş ışıklı bu odada ikisini birden yanlız bırakmıştı.

Bu odada bulunan havayı tahmin etmiş ve bir sözle bile gerginliğin had safhada olduğu bu odayı terk etmişti.

Vincenzo kapı sesi ile kadına yavaşça yürümüş ve İtalyanca konuşmayı bırakıp, seneler önce konuşmayacağına dair kendine söz verdiği dilde konuşmaya başlamıştı. Korece çıkan cümle ve ağzından çıkan her kelime ile acı su içmiş gibi bir tat bırakmıştı ağzında.

Korece Vincenzo'nun esiriyken, ağzından çıkan sözcükler ve cümleler ile şimdi kendisi Korecenin esiri olmuştu. Çıkan cümlelerden kendisi sorumluydu bunu biliyordu ve buna rağmen konuşmaya devam etti.

"Kimsin dedim? Seni kim gönderdi? Beni nereden tanıyorsun?" Sinirlenmişti. Şaşkınlığını geçirmiş ve hızlanan kalbi, daralan nefesi ile sinirlenmişti. Nedensizce bu kadının ona uğursuzluk getireceğine inanmıştı birden.

"Benim adım, Ji-Yeon. Kim Ji-Yeon.."

Vincenzo duyduğu isimle olduğu yerde donmuş ve kadına bakakalmıştı. Öyleki bacakları titremeye başlayan Vincenzo yere doğru çökmüş ve kadına bakmıştı. Hissetmişti işte o an. Teninin her zerresinde, her tüyünün diken diken oluşunda, her ciğerine giden kısık kısık nefeste hissetmişti. Bu kadın biliyordu. Bu kadın her şeyi biliyordu.

"Çok büyümüşsün Ji-Hoon. Kardeşim."

Vincenzo kadının her kelimesi ile gerçekleri hatırlamıştı. O puslu, sisli hatıralar teker teker canlanmış, tıpkı bir bitkinin sulanınca çiçek açması gibi açılmıştı. Vincenzo'nun hatıraları yıllarca toprak altında su bekleyen tohumdu. O tohum can suyunu bekliyordu. Beklemesine karşın, kendini de geliştiriyordu.

O tohum şimdi toprağın altında ölmek üzereydi. Son nefesini veriyordu ki, bu kadın gelmiş ona can suyunu vermişti. Tam umudun gittiği o an bu kadın gelmiş ve o suyu yavaş yavaş toprağa, sonrada tohuma içirmişti.

Şimdi o tohum artık sadece kurumayı bekleyen ve ölmek üzere olan bir tohum değildi. Bitki olmaya başlayan ve toprak altından tüm savaşların galibi ünvanı ile çıkmayı başaran tohumdu işte...

Kadın karşısında dağ gibi duran ancak tek bir sözle geçmişin yarasını tekrar kanatabilen adama baktı. Gözleri hasretle üzerinde dolaştı. Aynı saç, aynı göz, aynı bakış, aynı burun, aynı el, aynı tavır ve karakter özellikleriydi. Gözleri üzerinde dolananıyorken, bir şey fark etmiş ve gözlerini 'Vincenzo' adı altında olan, ancak içerisinde küçük çocuk 'Ji-Hoon' olan kişinin gözlerinde durdurdu.

Kolundaki yara izlerini tıpkı sergideymiş ve gururla eserini gösteriyormuşçasına sunmuştu. Kolundaki derin kesik izler ve dahası sadece bu yarayı da değil, en önemlisi kalbindeki yarayı da gösteriyordu.

Kadın gözlerinin dolmasına engel olamazken, Vincenzo ona bakmaya korkuyor, ortaya çıkan duygu selinden kaynaklanan bir zayıflık gösterecek diye ödü kopuyordu. Senelerdir bu Mafya işindeydi ve üstelik kötü şöhretini kazanması çokta kolay olmamıştı. Şimdi bu halini sadece bir kadının bozmasını hem kendine yediremiyor hemde kötülük yüklü egosu bunu kaldıramıyordu.

Kadının dikkatindan kaçmadı ve bağlı olduğu sandalyeden fısıldarcasına sordu. "Geçmişte ne yaşadın, anlatmak ister misin Ji-Hoon?"

Vincenzo'nun kulaklarını dolduran ses, ciğerine aldığı kısık nefeslerin kesilmesine sebep olurken istemsizce yeniden doğan anılarına gitmişti aklı. Bu anılar şunlardı; Küçük Kim Ji-Hoon'u koskocaman kötü şöhretli, acımasız ve vicdansız Vincenzo Cassano'ya dönüşümüydü. O küçük Koreli çocuğun, İtalyan mafya babası Cassano'ların başına lider yapan anılardı bunlar.

Vincenzo'yu, Vincenzo yapan anılardı aslında...

VincenzoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin