"Güneş battığında, karanlığın yaratıkları kan için ortaya çıkar."
Karanlığın yaratıkları... Kan için... Bu cümleyi defalarca kez duydum ve duymaya devam ediyorum. Önceleri efsanelerde geçen bu cümle artık normal hayatta da kullanılır olmuştu. Çünkü artık efsane değil gerçekti. Karanlığın gerçeği...
Uzun yılların ardından tekrar taşınma kararı almıştık. Oturduğunuz yer sakin bir kasabaydı. Tabii önceden... Efsaneler gerçeğe dönüşünce herkes tek tek taşınmaya başladı. O zamanlar abimde bende küçüktük. Bu yüzden ailemiz gitmek istememişti. Artık büyüdüğümüz ve yaşanan olaylar arttığı için gitme vaktinin geldiğini anladık.
Olaylar başladığında sadece yedi yaşındaydım. Her yıl kasabada düzenlenen eğlencelerden birindeydik. Meydan çok güzeldi. Renkli renkli ışıklar, dans eden insanlar, oynanan oyunlar... Tâ ki gece yarısı bir adam gelene kadar. Geldiği zaman bağırıp dikkatleri üzerine çekmişti. Müzik durmuş, sesler kesilmiş, herkes dikkatlice adama bakar olmuştu. Ve adam konuşmaya başlamıştı.
"Canını seven evine döner, dönmeyen ise canına veda eder. Efsaneler gerçek oldu! Ormanda, ay ışığının ulaşamadığı yerde karanlık varlıklar ortaya çıktı. Birini çoktan öldürdüler! Etrafınıza bakın, John Amca yok! Onu aldılar. Onun canını aldılar! Çığlıklarını bizzat duydum. Kaçın! Kaçın, kendinizi kurtarın! Onlar döndü! Karanlığın yaratıkları kan için geri döndü! Aklı olan bu kasabada bir saniye bile kalmaz."
Konuşmasını bitirir bitirmez geldiği gibi koşarak gitmişti. Herkes yarı korku yarı endişe içinde birbirlerine bakıyordu. Ne olduğunu anlamasam bile adamın bağırması beni korkutmaya yetmişti. Oyun alanında tek başımaydım. Koşarak annemin yanına gidip koluna sarılmıştım. Birkaç dakika süren fısıldaşmanın ardından herkes evine gitmeye başlamıştı. Bizde tam gidecekken abim durup etrafa bakmıştı.
"John Amca... O nerede...?" Diye sormuştu. Annem hiçbir şey demeden bizi arabaya bindirmişti.
John Amca, kasabanın en yaşlı sakiniydi. Herkes tarafından sevilip sayılan biriydi. Biz çocuklarla iyi anlaşır, her pazar bütün çocukları toplayıp masal anlatırdı. Sadece çocuklarda değil. Büyükler bile masallarını dinlemek için gün sayardı. Ama o akşam gerçekten ortalıkta yoktu. Ertesi günlerde ise cesedine ulaşıldı. Tam da ormanın girişinde...
Sadece bir hafta içinde üç aile birden buradan taşınıp gitti. Günlerin geçmesine rağmen olayların artmayışı insanlarda şüphe uyandırdı. Belki de bağıran adam onu öldürüp ormanın girişine bırakmış ve gitmişti. Ne de olsa kimse o adamı tanımıyordu. Yine de sonuç ne olursa olsun aynıydı. Artık pazar akşamı bize masal anlatacak birisi yoktu.
Aylar sonra bir cinayet daha yaşandı. Gece vakti, herkes evindeyken dışarıdan bir ses yükseldi. Bir çığlık... Abim de bende korkuyla koltuğun arkasına saklanmıştık. Ailemiz ise diğer insanlar gibi dışarıya, ne olduğuna bakmaya çıkmışlardı. O çığlığı unutmam mümkün değil. O akşam gerçekten çok korkmuştum. Benim gibi korkmasına rağmen abim beni sakinleştirmek için elinden geleni yapmıştı. Neden bilmiyorum ama sanki o yaratıklar bana saldırıyor gibi hissetmiştim. O gece hiç uyuyamadım. Camın önüne geçip sabaha kadar ayı izlemiştim. Sanki hipnoz olmuş gibiydim. Bembeyaz ay ve karanlık gökyüzü... Yaşam ve ölüm... İyilik ve kötülük... Yin ve yang gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANA İNANDIM (1)
VampireEfsanelere inanır mısınız? Peki ya aşka? Ya bu ikisi bir arada olsaydı?