Kolay bir şekilde uyumuştum ama uyumamayı tercih ederdim. Çünkü kabus görmüştüm. Yine...
Çok sık olmasa bile farklı bir yerde uyuduğum zaman kabus görüyordum. Sırf bu yüzden hiçbir arkadaşımda yatıya kalmamıştım. Sadece arkadaşlarım olsa yine iyi. Büyükannem veya teyzem veya amcam, hiçbir yerde. Kendi evimiz hariç başka yerde uyuyamıyordum. Neden böyle olduğuna dair gram fikrim yoktu. Ve anlaşılan o ki bu eve alışana kadar geceleri rahat edemeyecektim. Ne gördüğüme gelirsek, hep aynı şeyler...
Kendimi hiç bilmediğim bir ormanın içinde yanlız başıma buluyorum. Önümde gül yaprakları olan bir yol var. Ay ışığı etrafı aydınlatıyor. Tam o sırada bir çığlık duyuyorum. Hareket etmek istiyorum ama olmuyor. Ve birisinin -ya da bir şeyin- nefesini ensemde hissediyorum. Yüzünü görmesem bile sırıttığını anlıyorum. Ağzımı açıp bir şey diyecekken beni susturuyor.
"Sen farklısın... Mary..." Sesi soğuk olduğu kadar korkutucu çıkıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken boynuma bir şeyler batıyor. Kabus olsa bile acıyı hissedebiliyorum. Acısı hiçbir şeye benzemiyor. Sanki batmak yerine derimi kesiyorlarmış gibime geliyor. Öyle bir çığlık atıp uyanıyorum ki kendi sesime uyanıyorum. Ve evde ki diğer kişileri de uyandırıyorum...
"Willow! Willow uyan!" Abimin sesine gözümü açtım. Anlaşılan aynı şey yine olmuştu. Annem ve babam endişeyle bana bakıyor, abim ise omuzlarımdan tutmuş beni sarsıyordu. Uyandığımı görünce beni bırakıp yatağın kenarına oturdu. Yavaşça doğrulup yatağın başlığına yaslandım.
"İyi misin kızım...?" Anneme bakıp başımı salladım ama inanmış gibi durmuyordu. Nefes verip önüme baktığımda elim istemsiz olarak boynuma gitti.
"Aynı kabus, öyle değil mi?" Cevap vermeden tepkisizce abime baktım. Cevabını almış olacak ki sarılıp saçlarımı okşadı. "Aptal bir kabus o kadar. Gerçek değil." Dedi. Sarılmasına karşılık verdim. Buna çok ihtiyacım vardı.
"Eğer iyiysen kahvaltı hazırlayacağım tatlım." Diye annem hafifçe gülümsedi. Onaylayınca babam ile odadan çıktılar ve bizi yanlız bıraktılar. Sanki bişey dememi bekliyormuş gibi abim sessizce duruyordu. "Bilmiyorum abi." Diye fısıldadım.
Abimle aramız her zaman iyi olmuştu. O, beni koruyup kollamış; bende, onu sevip saymıştım. Bu kabus olayını anlattığımda sorduğu tek bir şey olmuştu. Ses kimin sesine benziyor? Güller, orman, çığlık... Sadece sesi sormuştu. Ama cevap verememiştim. Çünkü o sesi ilk defa duyuyordum. Tanıdığım kimsenin sesine benzemiyordu. Ya da dışarıda duyduğum herhangi birinin. Bu cevabı verdiğimde abim daha da sinirleniyordu. Ama bana değil. Sesin sahibine. Neden bilmiyorum, bu sese takmış durumdaydı. Sanki bir şey biliyor ya da saklıyordu. Emin değilim ama bu işte bir şey vardı.
"Kahvaltı hazır!" Annemin sesi ile sarılmayı kesip ayağı kalktık ve kahvaltı için mutfağa indik.
Haftasonu olduğu için kahvaltıyı yavaş yapmıştım. Yeni okula kayıtlarımız yapılmıştı. İkimizde lisede olduğumuz için aynı okula gidecektik. Ve bence bu çok güzeldi. Çünkü yeni öğrenci olarak zorbalanma ihtimalim vardı. Kimseye kendimi ezdirmezdim ama ilk günden kavga etmek gibi bir planım yoktu.
"Biraz daha iyi misin?" Dedi annem. Gülümseyip başımı salladım. Açıkcası kahvaltı iyi gelmişti. Dün en son öğlen yemek yemiştim. Bu yüzden bu sabah kurt gibi acıkmıştım. Kahvaltımı bitirir bitirmez hızlıca odama çıktım. Normalde masayı toplamaya yardım ederdim ama bugün hemen dışarı çıkmak istiyordum. Ufak bir yürüyüş ve etrafı incelemek güzel olabilirdi. Üstüme beyaz kazak ve altıma kahve pantolonumu giydim. Saçımı balık sırtı ördükten sonra hafif bir makyaj yapıp aşağı indim. Annemlere çıkacağımı söylediğim sırada kapı çaldı. Açtığımda karşımda hiç tanımadığım bir oğlan duruyordu. Beyaz teni, siyah saçları ve ela gözleriyle harika durduğunu itiraf etmeliydim.
"Hoşgeldiniz, buyurun." Diyip kenara çekildim. Etkilensem bile kendimi rezil edecek halim yoktu.
"Sağolun, sizde hoşgeldiniz." Diyerek hafifçe gülümsedi. "Rahatsızlık vermeyeyim... Annem bunu size yolladı da." Elindeki tabağı uzattı. Bende gülümseyip tabağı aldım ve teşekkür ettim. Ayaküstü iki laf ettikten sonra işi olduğu gerekçesiyle gitti. En azından adını öğrenebilmenin mutluluğu ile mutfağa gittim ve tabağı bıraktım. Dışarı çıkıp etrafı dolaşmaya başladım.
"Ivan..." Dedim kendi kendime. "Adı Ivan... Gözleri çok güzeldi." Kendi halime gülerek kulaklığımı taktım. Playlisti oynattığımda en sevdiğim şarkı çalmaya başladı. Every Time We Touch. Kaç kere dinlediğimin bir önemi yoktu. Yüz kere dinlesemde asla sıkılmazdım.
Önceki yaşadığımız kasabadan biraz daha büyüktü burası. Dışarıda genelde küçük çocuklar vardı. Top oynuyor ve ip atlıyorlardı. Kızların süslü elbise ve tokaları, erkeklerin renkli topları... Bende bu kadar küçük müydüm gerçekten? İnanması zor.
Müzik değişmişti. Sonne... Alman bir ağır metal grubunun şarkısıydı. Bu şarkıyı seviyordum ama nedense dinledikçe aklıma o akşam geliyordu. Fısıltı... Çığlık... Sessizlik... Şuan ki modumu değiştirmek istemiyordum. Bu yüzden müziği değiştirmedim.
"Abla! Topumuzu atar mısın?" Yolun karşısında -muhtemelen yedi yaşında- bir oğlan vardı. Önüme baktığımda top hemen ayağımın yanındaydı. Abim sayesinde futbol oynamayı biliyordum. Birkaç ufak sektirmeden sonra topu karşıya, çocuğa attım. Harika birşey görmüş gibi bana bakıyordu. Bu hali beni güldürmüştü. Teşekkür edince elimi sallayıp yürümeye devam ettim. Birkaç dakikanın ardından küçük bir kafeye denk gelmiştim. Biraz kahve fena olmazdı. Bu yüzden içeri girdim. Daha girer girmez gözüme çarpan bir şey olmuştu. O...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANA İNANDIM (1)
VampireEfsanelere inanır mısınız? Peki ya aşka? Ya bu ikisi bir arada olsaydı?