Kutup

0 0 0
                                    


Güneyin buzul çölünde kıyıya oturmuş eski bir yelkenlide yaşıyordu Buzul Denizin Kaptanı Sancar Bey. Kendi zamanında bütün dünyayı gezmiş bu kâşif artık sadece yıllar önce kaybolmuş yaşlı bir efsaneydi. Karaya vurmuş gemisinin ağlarıyla her gün yakaladığı balıklarla tam kırk yıl yalnız başına hayatta kalmayı başarmış artık hayata dair fazla beklentisi olmayan birisiydi. Tek arkadaşı Candaş dışında kimsesi olmayan ve oraya geldiği andan sonra bir daha asla ayrılmayı başaramamış yalnız birisiydi Kaptan Sancar. Bir zamanlar hala genç bir kâşifken hayallerini süsleyen Güney Kutbu ömrünün büyük bir kısmını orada geçirdikten sonra eskisi kadar büyüleyici hissettirmiyordu ona. Dünyanın daha önce hiç görmediği kuşlar olan penguenleri keşfetmiş fakat kimseyle iletişim kuramadığından keşiflerini ve onlar hakkında bulduğu her şeyi yanında sakladığı eski defterlerine not etmişti. Eğer kurtulmayı başaramazsa bile defterlerinin insanlar için değerli bilgiler içerebileceğinden emindi. Parçalara ayrılmış gemisinin elle tutulur kısımlarını birazcık karla sıvayıp kendine sıcak ve yaşanabilir küçük bir kulübe yapmış ve bunca zaman sonra oraya iyice alışmıştı. Aldığı notların yanında hayal gücünü hala korumayı başarmış olduğundan kendi yarattığı kurgusal dünyaları hayal ettiği başka bir defteri daha vardı. Güney hakkında artık yeni bir şey keşfedemiyordu fakat hayal gücü geniş ve sınırsızdı. Hayalperest hissettiği günlerde çantasına atıştırmalığını atar tek buzdan falezlerin birinin üzerine yerleştirdiği kayaya oturup denizi izleyerek hayal kurardı. Böyle anlarda dünyanın geri kalanı hakkında da bol bol düşünürdü tabii. Genelde sorduğu ilk soru çoğu zaman şu olurdu; "Acaba insanlık gökyüzünü fethetmeyi başarabildi mi?" bu sorunun ardından genellikle şu şekilde devam eden cevaplarla umutlarını iyice söndürürdü; "Yok yok, bunu başarmış olsalardı çoktan güneyi keşfetmeye birilerini gönderirlerdi." Sonra biraz daha düşünüp şöyle derdi; "Gökyüzünü fethetmeyi başarsalar bile buraya gelmeleri için güney rüzgârlarını aşmaları gerekirdi belki de bunu yapmak hala eskisi kadar zordur." En sık kurduğu hayallerden birisi de gökyüzünü aşan bir gemiydi. Nasıl çalışması gerektiği hakkında hiçbir fikri olmasa da gökyüzü her zaman onun asıl hedefi olmuştu. Yine sakin bir yaz sabahında yıkadığı çamaşırlarını evindeki sobanın üzerindeki metal askılara bıraktı. Balık ağından aldığı iki küçük balığı da sobanın alt kısmındaki açık bölüme dizdi. Balıkların olmasını beklerken de ona en büyük ilhamı veren buzul okyanusu izlemeye gitmek için çantasını hazırlamaya koyuldu. Bir matara su birkaç parça kurutulmuş balık, hiç yanından ayırmadığı defteri ve kalemiyle birlikte birkaç parça da ıvır zıvır ekledi çantasına. Balıkların olmasına yakın sobasının üzerine çay niyetine içmeyi planladığı suyunu kaynamaya bıraktı. Balıkları olduğunda ise çantasını omzuna bağladığı bir eline pişmiş balıkları diğer eline sıcak suyunu aldı ve evinin önüne bıraktığı eski masa ve sandalyesine oturdu. Bardağını masaya bıraktı ve balıkların birinden küçük bir ısırık aldı. O sırada ona doğru yaklaşan arkadaşı Candaş'ı gördü ve o oraya gelene kadar birkaç tane daha çiğ balığı ağından alıp Candaş'a doğru sallamaya baladı. "Sana da günaydın Candaş! Bugün nasılsın?" Penguen adamın elindeki balığı görünce neşeli sesler çıkartarak her gün yaptığı gibi Kaptan'ı selamladı. Kaptan ise Candaş yeterince yakına gelince balıklardan birini onda doğru fırlattı. Böyle zamanlarda Kaptan genelde Candaş'ın başını okşar ve her zaman şunları söylerdi; "Vay be Candaş, sen de olmasan şu koskoca buz çölünde tek başıma olacaktım. Öyle olsa şimdiye çoktan ya ölmüştüm ya da aklımı kaybetmiştim." Sancar sözde kurtulmak istiyorsa da her gün tekrar ettiği rutinine alışmış gibiydi. Bu buzul çölde sıcak suyunu içip balıklarla beslenerek insanlardan uzak yaşamak onu bir bakıma mutlu ediyordu. Dediklerinden hiçbir şey anlamadığını düşündüğü Candaş'a ve diğer penguenlere dış dünya ile ilgili çeşitli hikâyeler anlatırdı. Yazdığı yazıları okuyup onların da fikrini alırdı. Bu rutin yıllarca aynı sıradanlıkla devam etmişti ve öyle de kalacaktı.

Ta ki penguenlerin normalde olduklarından daha gürültülü oldukları o güne kadar. Aylardan aralık ayıydı altı aylık gündüzün bitmesine daha aylar vardı. Kaptan'ın daha önce hayatında hiç görmediği kadar büyük bir kar fırtınası küçük kulübesine doğru yaklaşıyordu. Fırtınanın boyutu hâlihazırda günbatımı şeklinde geçen gündüzü tamamen kaybediyordu. Penguenler de korkudan ne yapacaklarını bilememişti. Kimsenin tahmin edemeyeceği bu büyük dehşet hiç yoktan var olmuştu sanki. Kaptan Sancar fırtınanın yaklaştığını gördüğü gibi küçük kulübesine doğru koşmaya başladı. Zamanında yetişip yetişemeyeceğinden emin değildi. Telaşla evinin yelkenini çözmeye çalışırken bir yandan da fırtınanın yolunu gözetliyor ne kadar vaktinin kaldığını hesaplamaya çalışıyordu. Bu beklenmedik fırtına macera dolu hayatını yıllar önce bırakmış yaşlı bir denizci için uzun zamandır görülmemiş bir hareketlilik olmuştu. Çözmeye çalıştığı düğümleri telaşla daha da sıkmış ve kopmuş yelkeniyle birlikte fırtınaya kapılmıştı. Rüzgâr onu yerden koparttığı gibi yükseltti ve yükseltti. O sırada tek dileği yıllarını harcadığı emeklerinin o ölse bile yok olmamasıydı. Soğuk rüzgâr gözkapaklarını mühürlemiş ve denge hissini alt üst etmişti. Öyle ki artık yerçekiminin ne yönde olduğunu algılayamayacak haldeydi. Bir süre daha korku içinde bir sağa gir sola savruldu. Soğuk rüzgârlar yüzünü yaktı. En sonunda sesler kesildi ve vücudu aniden sırılsıklam okyanusun soğuk sularında mahsur kaldı. O sırada öleceğini anlamıştı ve ölümü kabullenmişti. Yıllarını geçirdiği buzulların soğuk çölünden ilk ve son ayrılışıydı bu. Ve son umutları da kendisiyle birlikte suya düşmüştü. Gözleri hala kapalıydı. Islak hissediyordu fakat artık suyun altında gibi de değildi. Uzun zamandır hissetmediği kadar sıcak hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyordu. Ölmüş müydü? Bunu öğrenmenin tek yolu olduğunun farkındaydı. Yavaşça gözlerini açtı.

GüneylilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin