Ben her sonun bir başlangıç olduğuna inanan birisiydim. Bir şeyin bitişi, diğer şeyin bir başlangıcıydı. Yağmur biter, fırtına diner, gökkuşağı yerini alırdı. Oysa benim hikâyemde bir kötülük son bulsa, diğer kötülük sarıyordu tüm bedenimi. Hiç bir zaman iyiler gelmedi. Hiç bir zaman yağmurun ardındaki o gökkuşağını göremedim. Ben Deniz Bulut. 17 yaşında, lise son öğrencisiyim. Henüz on yedi yaşında olmama rağmen çektiğim zorluklar sayılamazdı. Annemle babamın ayrılığının acısı bende derin bir yara... Okulun her günü gördüğüm zorbalıklara göğüs germem gerektiğinin farkındaydım. Çünkü bu konuyu okulumdaki öğretmenlerimle ne kadar paylaşırsam paylaşayım, beni asla takmıyorlardı. Bu sene son senemiz olduğu için kimse bizim sözde "çocuksu" olan meselelerimizle uğraşmak istemiyordu. Okulda tek başıma gezerdim, hiç bir kötülüğüm yoktu hiç kimseye. Ama bazı insanlar çok zalimdi. Bazı insanlar çok acımasızdı. Bu insanlar hikâyenin asıl kahramanlarıydı. Bizse içindeki figüranlardık.
....................................
"Karar verilmiştir. Deniz Bulut, bundan sonra annesiyle yaşayacak. Babasını sadece ayda bir kez görmesine izin verilecek."
Başımın döndüğünü hissedip sendeledim. Annemin kolumu tutan buz kesmiş elleri bedenimdeyken,
"Kızım... İyi misin?" Diye sordu. Cevap veremeyecek derecede kötü hissediyordum kendimi. Göğsüm nefesimi adeta son yolculuğuna uğurlamıştı. Ellerimi boğazıma geçirdim.
"Nefes alamıyorum." Gözlerimden yaşlar akarken annemle babam beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra gerisi koca bir karanlıktı. Gözlerimi hastane odasında açtığımda annem de babam da aynı odadaydı. Annem yanımdaki sandalyede oturmuş saçlarımı okşuyor, babam karşımda bana hüzünle bakıyordu.
"Anne... Baba..."
Bazı insanlar için bunlar yan yana gelmiş iki kelimeydi oysa benim için onların kelimelerimde yan yana gelmesi bile bir güzellikti. Onlar ne kadar fiziksel olarak yan yana gelemese de kelimelerimde buluşuyorlardı. Bu bile sevindiriyordu beni.
"Kızım..." Dedi annem dolu gözlerle saçlarımı okşamaya devam ederken.
"İyi misin?"
"İyiyim. Bir şeyim yok, merak etmeyin."
"Biliyorsun." Dedi babam ardından.
"Bizim için en doğru karar bu olacak kızım. Başka bir çaresi yok. Sen de alışmak zorundasın."
"Baba..." Dedim gözyaşları içinde.
"Bu sene sınav senem... Bari bu sene ayrı kalmayın birbirinizden. Toparlanamıyorum."
"Toparlanmak zorundasın kızım."
Dedi babam gözyaşları içinde.
"Bizim için en iyisi bu olacak. Yoksa birbirimizin canını yakmaya devam edeceğiz."
"Baba..."
"Ben seni bir ay görmemeye dayanamam... Ayda bir görüşmek ne demek!.."
"Biliyorum çok zor ama alışmak zorundasın benim güzel kızım." Ayağa kalktı ve yatağıma oturdu. Sonra anneme döndü.
"Bizi biraz yalnız bırakır mısın?"
"Tamam." Dedi annem ve ayağa kalkıp hastane odasından çıktı.
"Kızım... Üzülme. Ben senin hep burandayım." Dedi elini kalbime koyarak. Gözyaşlarımı sildim.
"Hep burada kalacaksın baba. Söz..."
Sonra cebinden bir not kağıdı çıkardı.
"Bunu müsait bir zamanda oku." Dedi. "Özellikle kötü hissettiğinde. Ama şimdi okuma." Ardından elindeki poşetten bir ayıcık çıkarttı. Bu ayıcık diğerlerine benzemiyordu. Ayıcığın üzerine bastırdığımda babamın sesiyle gözyaşlarım tekrar serbest kaldı.
"Seni çok seviyorum kızım. Ben senin hep yanındayım..." diyordu. Bu hediye beni derinden etkilemişti. Bu hediye beni çocukluğuma götürmüştü. Annemle babamın arasında yattığım o çocukluğa, ikisinin arasında ısındığım o sıcaklığa...
"Haftada bir psikolog görüşmelerin olacak. Annen ayarlamış. Söz ver bana." Dedi ve ekledi "Aksatmak yok."
"Söz." Dedim gözlerim dolu dolu gülümserken. O an gözümden akan bir damla yaş yanağımı ıslattı. Babam o yaşı aldı ve parmağıyla sildi. Sonra bana sımsıkı sarıldı. Eski günlerdeki gibi...
...................
19 Eylül 2011
Küçücük bir beden sabah gözlerini açmıştı tekrardan. Aradığı sıcaklık yoktu. Evin içi yine kavgayla dolup taşıyordu. Oysa o küçük kız ailesiyle kahvaltı yapmak için can atıyordu. Hatta annesine ne istediğini söylemişti bile geceden. Küçük kız kavganın olduğu yere doğru ilerledi.
"Ne yapmamı bekliyorsun Sedat?"
"Ayrılalım mı? Bu çocuk daha beş yaşında. Şimdiden annesiz babasız bırakamayız anlamıyor musun?"
"Ama biz hiçbir konu da anlaşamıyoruz ki Gizem!"
"Ben sana o kadınla görüşmemen gerektiğini söyledim ama sen beni dinlemedin! Ve şimdi de bunun altından kalkmak için benden yardım istiyorsun!"
"Gizem! Özür diledim daha ne istiyorsun?"
Bağırışmalar kızın kulağında yankılanıyordu. Bir tufan gibi sarmıştı tüm bedenini. Onları izlediği yere çöktü ve kulaklarını kapatıp susturmaya çalıştı o kavgaları. Ama içi hâlâ çığlıklarla doluydu. İçinde annesiyle babası hâlâ kavga edip duruyordu. Henüz beş yaşında küçücük bir beden, büyük olaylara maruz kalıyordu. Ve kimsenin elinden gelen bir şey yoktu...
...................................
Annemin yaptığı poğaçadan bir ısırık alıp yanağından öptüm.
"Ben okula geç kalıyorum. Görüşürüz."
"Görüşürüz kızım. Seni seviyorum."
"Ben de seni!" Dedim kapıdan çıkarken. Tam kapıyı kapatırken arkamdan seslendi.
"Kimsenin seni üzmesine izin verme!"
Buna verebilecek bir cevabım yoktu. Kapıyı kapattım ve evimizden çıktım. Bugün moralimi bozamazlardı çünkü babamla buluşma günüydü. Babamla okuldan sonra buluşacak ve baba - kız günü yapacaktık. Okulun başlamasının ardından bir ay geçmişti. Okuluma vardım ve sınıfıma geçtim.
"Günaydın inek!" Dedi kıvırcık saçlı, kahverengi gözlü Poyraz.
Onları takmayıp derslerime çalışmam onlara göre inek gibi gösteriyordu beni.
Takmamaya çalışarak sırama oturdum. Ders başladığında öğretmenle birlikte müdür de girdi ve bu müdürün yanında bir çocuk vardı.
Uzun boyu, koyu kestane gözleri ve dağılmış saçlarıyla etrafına kız toplayabilecek bir tipe benziyordu. Üzerindeki deri ceket onu kaba göstermenin aksine onu havalı yapıyordu. Herkes çocuğa bakarken hoca çocuğu tanıttı.
"Arkadaşlar, bu arkadaşınız aramıza yeni katıldı. Adı Soner. Teneffüste tanışma fırsatı bulursunuz. İyi dersler." Dedi ve sınıftan çıktı. Soner denen çocuk tam yanımdaki diğer sıraya oturunca sınıfta bir gülüşme oldu.
"Sevdi galiba." Dedi okulun dedikoducu kızı Selin. Kıvırcık kızıl saçlarıyla dikkatleri üzerine çekiyordu ama davranışları insanları ondan itiyordu. Matematik öğretmeninin dik bakışları üzerimizde dolanırken susmaları gerektiğini anladılar ve sustular. Kırk dakikanın ardından teneffüs zili çaldı ve Soner denen çocuğu bir köşede sıkıştırıp bana bakarak konuştuklarını gördüm erkeklerin. Ne anlatıyorlardı acaba? Çocuğun ilk başta bana olan şaşkın bakışları yerini anlam veremez bakışları almıştı. Öylece baktı yüzüme. Sonra diğerlerine dönüp konuşmaya devam etti. Sınıftan dışarı çıktığımda liselilerin arasında çoktan konuşulmaya başlamıştık. O çocuğun geldiği ilk an bir yanımdaki sıraya oturuşu çoktan dağılmıştı. Herkes bizi konuşuyordu.
"Sakin ol Deniz... Sakin kalmalısın, sakin kalmalısın... Sakin kalman gerek!"
Kendi kendime oluşturduğum telkinler beni sakinleştirmeye yetmiyordu. Kendimi bahçeye attım. Elin boğazımda bir sağa bir sola hızlı adımlarla yürüyordum. Güvenlikten su rica ettim ve bir dikişte suyu kafama diktim ama bunlar rahatlamama yetmemişti. Normalde güvenliğin veliyi araması yasaktı ama ben Hasan Abi'nin gözbebeğiydim. Bu yüzden kimseye çaktırmadan annemi aradı ve telefonu verdi. Telefon birkaç çalışta açıldı.
"Alo."
Bu sesi duymak bile kalp ritmimin düzenine kavuşmasına ve nefesimin azıcık da olsa düzenlenmesine yardımcı olmuştu.
"Anne..."
"Nefes alamıyorum."
Kalbimin ritmi ne kadar düzelse de boğazımı sıkan bir çift el vardı sanki.
"Bebeğim... Sakin ol. Derin nefes al, ver."
Nefeslerim biraz daha düzene girdiğinde kendimi daha da rahatlanış hissetmiştim. Hasan Abi'ye teşekkür edip okula geri girdim. Tekrarlıyordum: İyisin, sakin ol... İyisin, sakin ol...
Sınıfa ayak bastığımda herkes başka bir konudan konuşmaya başlamıştı. Sandalyeme oturdum ve kafamı sırama koydum.
............................
Okulun yoğunluğundan sonra babamla buluşmak beni bir hayli rahatlatmıştı. Evime o neşeli yüzümle gelişim annemi de mutlu etmişti.
"Sen hep gül güzel kızım. Sana en çok gülmek yakışıyor..."
"Sana da annem." Dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Sonra odama girdim ve kulaklıklarımı kulağıma takıp rastgele bir şarkı açtım. Yatağımda şarkımı dinlerken uyuyakaldım. Uyandığımda güzel kokular burnumda dans ediyordu.
"Yemek hazır!"
"Geliyorum anne."
Bu sefer mutfağa değil, salona hazırlamıştı annem yemekleri. Ve en sevdiğim yemekleri yapmıştı: Köfte ve patates. Güzel yemekler nedense bir anlığına tüm dertlerimi unutturuyordu ve beni eşsiz bir yolculuğa çıkartıyordu.
Yemeğimi yiyip tekrar odama geçtim ve ders çalışmaya başladım. O an gözlerim test sorusundaki o satırlara kaydı.
"Bekle dedi gitti ben beklemedim
O da gelmedi..."
Gözlerim geçmişime dalıp gitti.
(15 Mayıs 2023)
"Gitmek zorundayım Deniz. Bensizliğe alışmalısın. Biz birbirimize ait değiliz. Anlasana bunu! Bekle... Bekle ama boşuna bekleyeceksin. Çünkü ben asla geri gelmeyeceğim. Senin için doğru insan ben değilim anlıyor musun beni?"
"Hayır, Çınar... Gitme. Sensiz yapamam ben..."
"Deniz yapma... Yapma. Ben seni sevmiyorum. Sadece acıdım sana. Acıdığım içindi tüm bu sana olan davranışlarım. Bu yüzden sevgili olduk seninle. Ama bırak beni artık. Ben başkasına âşık oldum. Ben başkasına aitim. Sen de başkasına aitsin. Bırak gideyim! Ben seni sev - mi - yo - rum."
İçimde bir şeyler koptu o an. O gitti, benim ayaklarım kenetlendi o toprağa. Yürüyemedim. Yapamadım.
................................
Tekrar uyandığımda sabah olmuştu ve ben test kitabının üzerinde uyuyakalmıştım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra test kitabımı yanıma aldım ve çantamı hazırlayıp evden çıktım. Kahvaltı yapasım pek yoktu. Annemin erkenden işe gitmesi gerektiğinde yemem için masaya bıraktığı poğaçayı da çantama atmıştım. Çok da uzun olmayan bir yürüyüşün sonunda okula vardım. Sınıfıma doğru yürürken Soner'in bir anda arkadaşlarının yanında bana omuz attığını gördüm.
"Ne yapıyorsun?"
Dedim sinirle.
"Önüne baksana!"
"Sen görmüyorsun ben ne yapayım?"
Çıldıracaktım. Ona kulak asmamaya çalışarak sınıfa girdim.
"Naz yapıyor ablası..." Dedi Selin.
"Seviyor aslında bakma sen öyle yaptığına."
Kızlar aralarında kıkırdaştılar.
Okul öylece devam etti ve öğle yemeği zamanı geldi. Sınıfta yemeğimi yerken kızlar ve erkekler toplanmış sınıfın içinde voleybol oynuyorlardı. Top ordan oraya giderken rahatsız olmadan yemeğimi yemeye çalışıyordum. Topun kafama geleceğini hissetmiştim ve öyle de oldu. Poyraz'ın adeta attığı rövaşata ile dünyamın bir anlık döndüğünü hissettim. Sinirimi atmaya çalışıyordum ama faydasızdı. Top elimdeyken kalem kutumdaki makası çıkartıp topu hepsinin gözlerinin içine baka baka patlattım.
"Dikkat edin bir dahakine bir yerinize girmesin!" Dedim ve sinirle sınıftan çıktım. Sinirimi kontrol etmeyi öğrenmem gerekiyordu. İleride bu daha kötü sonuçlar doğurabilirdi...
..............................
YOU ARE READING
Bir İmkansız
Romance"Bizim kavuşmamız bu dünya için bir kıyametti. Bu dünya sonunu istemiyordu. Bu dünya bizi istemiyordu. Ve biz... Biz imkansızdık sevgilim..." Deniz Bulut, 17 yaşında, lise son öğrencisidir. Okula yeni gelen Soner Kaya'ya kalbini kaptırır ama dünya...