"Sevgili gençler." Diye söze girdi lise katındaki rehber öğretmeni. "Sizden birazcık sosyalleşmeniz amacıyla bir şey isteyeceğiz." Başımı tuttum."Hayır..." Dedim sessizce. Şu an ona çıkacağımı hissediyordum çünkü ben bir şeyi ne kadar istemesem evren beni o kadar zorluyor ve o şeyi gerçekleştiriyordu."Erkekler kura çekecek, kızların adı kağıtta yazılı olacak. Kim kime çıkarsa onunla bir gün geçirecek. Gideceğiniz yer için de ayrı bir kura çekeceksiniz. O zaman buyurun başlayalım."Kağıtlara kızların ismi yazıldı ve kura kesesinin içine atıldı. Kese çalkalandı ve ilk kağıdı Poyraz çekti. "Selin..." Dedi sırıtarak. Bu çocuk Selin'e aşıktı, Selin de ona. Poyraz yerine oturdu. Ben heyecanla kime çıkacağımı bekliyordum. Aslında en iyisi Soner'e çıkmamdı. Belki o bana daha kibar davranırdı. Aslında babam dışında tanıdığım tüm erkekler dobraydı. Onun kibar olmasını umuyordum. Sıra Soner'e geldi ve keseyi tekrar çalkalayıp bir kağıt seçti. Kağıdı açtığı anda dudağının ucu yana kıvrıldı. "Deniz..." Dedibir anda. Kendi adımı ilk defa onun ağızından duymak kalbimin ritmini bir anlık bozmuştu. Yanaklarım al al oldu. Sınıftan bir uğultu yükseldi."Hocam..." Dedi sonra Soner hocaya dönüp. "Ben bu kağıdı değiştirebilir miyim?" O an kalbimin tam orta yerinden bir çatlak sesi duydum sanki. Bu çatlak belki de zamanla büyüyecek ve kocaöam yarıklar açacaktı."Maalesef." Dedi. "Çıkanla gitmek zorundasın. Ardından bir kağıt daha seçti. "Restoran ve kitapçı." Dedi. Nasıl yani? İki yer mi vardı?"Sadece bir kağıda iki yer koymuştuk o da size çıktı." Dedi hoca. İnanamıyordum. Ben bu çocukla hem restorana hem de kütüphaneye mi gidecektim? Diğerleri de eşlerini ve gideceği yerleri seçtiğinde nihayet seçtikten sonra öğretmen başka bir duyuru yaptı."Yapıyor musunuz anlamak için sizi gideceğiniz yerlere biz servislerle bırakacağız.""Peki, hocam." Dedi Soner."Tamamdır hocam." Dedi diğerleri de.
...................................
Üstüme giyecek bir şeyler arıyordum. Abiyeyle gidecek halim yoktu. Ama bir restorana gidiyordum ve düz, siyah, dizimi geçmeyen eteğim beni kendini giydirmeye ikna etti. Üstüme giydiğim düz siyah crobum göbeğimi hafiften belli ediyordu. Saçlarımı dalgalandırdıktan sonra makyaj yapmayı çok sevmediğim için gözlerime hafif bir rimel sürdüm. Dudaklarımı da pembe bir lipglos'la renklendirdim ve parlaklık ekledim. O an kendimi "first date" yapıyor gibi hissetmiştim. Odamın içindeki lavabonun aynasından kendimle konuştum."Niye bu kadar süslendin ki?" Kafamı salladım."Saçmalıyorsun. Sen onun için süslenmedin. Kendine olan özgüveninden süslendin. Kendini küçüklüğünden beri süslemeyi seviyorsun deniz kendine gel."Telefonuma bir mesaj geldi. Telefonumu içerden aldım ve mesaj gelen yere tıkladım. Mesaj Soner'den gelmişti."Nerede kaldın?" Bir an dondum kaldım. Ne diyeceğimi bilmiyordum."Benim kapıdan almamı beklemiyordun herhalde." Sonra bir mesaj daha attı."Çabuk ol, servisler kalkacak." Ayağıma topuklu ayakkabılarımı giydim ve annemi öpüp evden çıktım. Okula emin adımlarla yürürken başkalarının bakışları üzerimde geziniyordu. Siyah güneş gözlüğüm gözümdeydi ve tam okula girerken onu çıkartıp saçımın üzerine aldım. Sınıftakilerin hepsi bana ağzı açık bakıyordu. "Ne var?" Dedim tersleyerek."Ne kadar istediği belli." Dedi Selin. "Baksana nasıl süslenmiş. Oysa onun giydiği şort şimdi ağzımı açmak istemiyordum ama bir yerlerine kadar açıktı. Giydiği tişört de kısa olduğundan göbeğini gösteriyordu ve göbeğinde bir piercing vardı."Ergen varoş seni." Yaptım dalga geçerek.O an kendime şaşırmıştım. Bir zorbaya karşı ilk defa bu kadar sert davranabilmiştim ve karşısında güçlü durabilmiştim. Sonunda Soner'in karşısına geçtiğimde bana çok garip bir bakış atıyordu. Bu bakışın ne anlama geldiğini bilmiyordum ama yarı beğenmiş yarı da anlayamamış bir tipi vardı. Onun da üzerinde siyah bir gömlek ve altında siyah pantolon vardı. Neredeyse pişti olmuştuk! Aynı renkleri nasıl tutturabilmiştik ki? Gerçi siyah çok genel bir renkti. Ona da bunu giymek yakışırdı zaten. Bir de kafasındaki gözlük bizi pişti olmaya daha da yakınlaştırıyordu.
.............................
Restorana vardık, masaya oturduk ve yemeklerimizi sipariş ettik. Yemekleri sipariş ettikten sonra birbirimize bakmaya devam ettik. Önce gözü bacaklarıma, sonra da eteğimi düzeltmeye çalışan ellerime kaydı.
"Sana bu kadar kısa giyebileceğini kim söyledi?" Şok içindeydim. "Kendim." Dedim soran gözlerle bakarak kaşlarımı çatarken. "Başka insanların dikkatini çekersen kendin uğraşmak zorunda kalırsın."
"Merak etme." Dedim. "Çok küçükken tekvando eğitimi aldım. Kendi kendimi koruyabilirim. Sana gerek yok." Hayır... Bu bir yalandı. Biri bana bir şey yapmaya çalışırsa ben hiçbir şey yapamadan beni tuzla buz edebilirdi. Ama ona, kendisine ihtiyaç duymadığımı göstermek için yalana başvurmuştum. Yemeklerimiz nihayet geldi. Ben bonfile o da şnitzel söylemişti. Yemeklerimizi yemeye başladık. "Sana bir soru." Dedi şnitzelini kesip ağzına bir parça atarken. "Karşına biri çıktı ve seni sıkıştırdı. Tekvandoda hangi tekniği kullanırsın?"Uyduracak bir yalan bulamamıştım. Kahretsin! Yakalanmıştım. "Seni ilgilendirmeyen bir konu için ağzımı yoramam."Dedim. "Böyle..." Dedi iç sesim. "Böyle devam et iyi gidiyorsun."
"Bunu hiçbir şey bilmiyorsun olarak algılıyorum." Dedi. "Nasıl algılıyorsan algıla. Senin için kendimi yoramam. Buna değmezsin."Dedim bonfilemden ikinci parçayı alarak. "Ondan hoşlanıyorsun." Dedi bir anda. Aldığım cümlenin etkisiyle ağzımdaki et parçası nefes boruma kaçtı. Ellerimi boğazıma götürüp öksürmeye başladım. Boğuluyordum. Onun yüzündeki ciddiliği ve gözlerindeki endişeyi gördüm. Yüzündeki endişeyi çaktırmamaya çalışıyordu. "İyi misin?" Diye sordu. Boğulmaya devam edince dayanamayıp beni yerimden kaldırdı ve heimlich manevrası uyguladı. Birkaç tekrardan sonra nefes borumdaki et parçası nihayet dışarı çıktı. Teşekkür ettim. Hiçbir şey olmamış gibi tekrardan yerine oturdu. "Rica ederim. Senden hoşlandığımı düşünme. İnsanlara yardım etmeyi seviyorum. En azından hayat kurtarmış oluyorum." Dedi ve ekledi."Sen galiba ondan hoşlanıyorsun." Gözlerini kapadı ve çenesini sıktı. "Sorduğumda boğuluyordun."
"Bu seni zerre ilgilendirmez. Sana açıklama yapacak değilim. Ayrıca ben ona karşı olan hislerimden değil böyle bir soru beklemediğim için boğuldum."
"Şu an açıkladın ama." Dedi sırıtarak. Çıldıracaktım. Ama doğruyu söylemişti. Kendimi ona açıklamak zorunda olmadığımı söylemiştim ama yine açıklayan taraf ben olmuştum. Nihayet yemeklerimizi bitirip yemek yerine uzak olmayan bir kitapçıya gittik. Kitapçının restorana yakınlığı bizim için ekstra bir avantajdı. Kitapçıya ayak bastığımda ve kitap kokularını adeta içime çektiğimde başka bir dünyada belirmiştim. Her kitap kokusu duyduğumda kendimi başka bir dünyada buluyordum. Kitap okumaya bayılıyordum. Kitapçının içi özenle süslenmişti. En hayalsiz insan bile burada rahatlıkla hayal kurabilirdi. Biraz oranın içinde ilerledikten sonra kitaplara göz gezdirdim. Ellerimle teker teker dokundum onlara. O da başka kitaplara bakıyordu."Hoş geldiniz." Dedi bir adam. "Bir kitap arıyorsanız yardımcı olabilirim. İstemiyorsanız burada bir kitap seçebilir ve puflarda okuyabilirsiniz."
Onunla aynı anda konuştuk ama farklı şeyler söyledik."Yok, teşekkürler." Dedi. Oysa ben istiyordum ve onunla birlikte "Biz puflarda okuyalım." Dedim. İkimiz de birbirimize baktık. "Hayır." Dedim. "Okuyacağız." "Okumayacağız." Dedi inatla."Bu dünya sana göre işlemiyor ama. Hep kendininkinin olmasını bekliyorsun." Dedim."Sen istemiyorsun sanki." Dedi gülerek. Sonra biraz durdu ve ekledi."Neyse. Seninle uğraşamam." Aşırı mutluydum. Benimle fazla inatlaşmamıştı. "Hemen de başka şeyler düşünme." Dedi."Uğraşmaya değmeyen bir insansın. Yoksa ben buradan gitmeyi de bilirdim." Göz devirdim."Her seferinde kendini açıklamak zorunda mısın sen?" Elime bir kitap aldım ve puflara oturdum. O da benimle birlikte bir kitap seçti ve okumaya başladık. Kitap okurken gözlerim ona kayıp duruyordu."Toparla kendini." Diyordu iç sesim. Ama elde değildi. Çok çekici bir yanı vardı. En azından aşkın ne demek olduğunu biliyordum. Aşk, görünüşüne bakmadan sevmekti. Aşk, koşulsuz sevmekti... Kitap okurken sürekli ona kayan gözlerimi durduramıyorken en son baktığımda okuduğu kitabının arkasından beni izlediğini gördüm. Beni mi izliyordu gerçekten? Bunun normal olduğunu düşündüm ama yine de gözleri gözlerimle buluştuğunda ikimizin de gözlerimizi kaçırmasına sebep oldu. Kitabımı dikkatle okumaya devam ediyordum. Edemiyordum... Gözlerim sürekli ondaydı. Kitaba odaklanmam gerektiğini düşündükten sonra kitabı gerçekten okumaya başladım. Bir an bana baktığını hissederek gözlerimi çevirdim ve sırıtarak bana bakıyordu. Gözlerim gözlerine değdiği anda ciddileşti ve kitabına geri döndü. Utanmıştı. Koskoca Soner Kaya, bir kızdan utanmıştı. Hem de hiç ilgi duymadığı bir kızdan. Belki de göz göze gelmekten rahatsız oluyordu. Gözlerimizin birbirine değmesinden... Peki o zaman neden sırıtıyordu? Ne bulmuştu bende?
YOU ARE READING
Bir İmkansız
Romance"Bizim kavuşmamız bu dünya için bir kıyametti. Bu dünya sonunu istemiyordu. Bu dünya bizi istemiyordu. Ve biz... Biz imkansızdık sevgilim..." Deniz Bulut, 17 yaşında, lise son öğrencisidir. Okula yeni gelen Soner Kaya'ya kalbini kaptırır ama dünya...