Adımlarım salonun girişinde durduğunda birkaç metre ötemde, piyanonun başındaki aşığıma gözlerim değdi. Zarif parmakları piyanonun tuşlarında usulca geziniyordu. Gözlerimi ondan alamıyorken, çaldığı eşsiz parçanın melodisi kulaklarımı dolduruyordu.
Gözlerini kapatmış, kendini ritme bırakmıştı. Uzun, kıvrımlı kirpikleri ipek bir çarşaf gibi serilmişti gözleri önüne. Onu izlemekten asla bıkmıyordum. Her seferinde hayran kalıyordum güzelliğine. Her seferinde beni şaşırtıyordu.
Siyah deri çantamı kapının eşiğine, ahşap zemine bırakıp ona doğru yürümeye başladım. Adım seslerimi duyduğunu düşünüyordum ama asla bırakmıyordu çalmayı. Bu demek oluyordu ki hâlâ geldiğimin farkına varmamıştı. Burada olduğumu hissettiği ilk an çalmayı bırakır, gözlerini bir an olsun ayırmazdı. İlk önce oturduğu yerden kalkar, gülümser daha sonra parmaklarımın üzerine birkaç zarif öpücük kondururdu. Öptüğünü hissetmezdim bile çoğu zaman. Öyle nahif öperdi ki parmaklarımın üzerinde pamukların gezdiğini düşünürdüm.
Geldiğimi fark etmesini, bana o güzel anı tekrar yaşatmasını istiyordum. Bu yüzden bir elimi piyanonun üzerine koydum ve beni fark etmesini sağladım. Saniyeler içinde parmaklarının hareketini durdurup mavinin en güzel tonunu taşıyan gözlerini bana çevirdi.
Gözlerinde boğulduğumu hissettim tam o an. Kendimi bir okyanusun dibinde çırpınırken buldum. Dört bir yanım onun mavilikleriyle kaplıydı ve ben nefes alamayacak hâle gelmiştim.
Derin birkaç nefes almaya çalıştım o bana bakmaya devam ederken. Gözlerinden hiçbir zaman gitmeyen kederli bir ifade vardı ve o hâlâ yerindeydi. Ara ara tekrar boğuldum ancak umursamadım. Onu tamamlayan şey bu acı dolu bakışlarıydı aslında.
Onu bu denli sanatsal yapan, derinlik katan şey maviliklerinde barındırdığı acılarıydı. Görmeyi en çok sevdiğim şeydi onlar, uğruna ölmeyi göze alabileceğim tek şeydi.
Neden bunca dakika sessiz kaldığımı sordu bana. Sesini duyar duymaz kalbime bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. Bilseydi onu böyle izlemeyi ne kadar çok sevdiğimi bu soruyu sormaya utanırdı.
Kendini kaptırmış halini görmek, müziğin kollarına bırakmış halini görmek ve onu her zaman olması gereken yerde görmek benim için paha biçilemez bir şeydi. Dünyanın en yetenekli ressamının çizdiği şaheserden bile daha iyi bir şaheserdi.
Cevap veremedim. Vermedim daha doğrusu. Asıl nedenimin ne olduğunu söyleyemezdim ona. Aşkımı içimde yaşamaya çok alışmıştım ben. O bende gizliydi, bana özeldi ona olan aşkım. O bile bilemezdi bunu. Aşkımın güzelliği bende saklı kalmasıydı.
Hiçbir şey söylemeden ceketimin cebindeki, birkaç yaprağı kopmuş kasımpatıları aldım ve piyanonun üzerine koydum nazikçe. Onu her ziyaret edişimde kasımpatılarla gelirdim. Bu bir tür teşekkür şeklimdi, bana sunduğu eşsiz görüntü için küçük bir hediyeydi.
Sessizce bırakıp gider, hiçbir şey söylemezdim. Şimdi de aynısını yapacaktım. Tek kelime etmeden gidecektim kıyısından. Boğulmayacaktım soğuk sularında.
Arkamı döndüm usulca. Her gün yaptığım şey bugün bir başka canımı yakmıştı. Aşığıma arkamı dönmek asıl boğmuştu beni.
Kapının eşiğinde duran çantamı alıp hızlanmaya başladım. İlk defa arkamdan adım seslerini duydum. Aylardır burayı böyle terk ederdim ama ilk defa kendi adımlarım dışında başka adım sesleri duyuyordum.
Kalbim ağzımda atıyordu. Hızlandım. Çıktım salondan. Daha çok hızlandım. Hiçbir zaman yüzleşemediğim şeylerle bir kez daha yüzleşmemek için hızlandım.