3

9 1 6
                                    

İnsan kendini kendi mahkûm ederdi. Yaşadığımız hayatın suçlusu bizleriz bir başkası değil...

Yüzeye çıktığimda derin bir nefes aldım. Uzun limanın sonundaydım. Tahta zemine tutunarak çıktım. Pelerinim atlarken düşmüştü yani tişört ve şortla üşümem gayet doğaldı. Etrafa göz attım. Heryerde variller ve bir kaç sandık vardı. Bu taraf depo gibi kullanılıyordu sanırım. Buradaki sandıkların içinde üşümemi engelleyecek bişeler olabilirdi. Köşedeki sandıklardan birini açtım. İçinde erimiş buzlarda yüzen balıklar vardı. Hayatımda hiç bu kadar balığı bir arada görmemiştim.

6. Sandığa geldiğimde yün kumaştan yapılmış kazaklar buldum. Bir tanesini alıp üzerime geçirdim. Ne kadar arasamda şortumun yerine giyecek bir şey bulamadım.

Biraz olsun saçlarım kuruduğunda ve ısınmaya başladığımda muhtemelen şehre giden kalabalık yola ilerledim.

Zemin taşdan yapılmıştı ve bu yüzden sıcaktı. Yalın ayak kalabalığın içine karıştım. Şehre duman kokusu hakimdi. Tezgahların başındaki insanların bana baktığını fark ettim. Kaşlarini çatmış izliyorlardı. Meyve ve sebze satan bir tazgaha yaklaşıp ürünleriyle ilgilenen kadına eğilip fısıldadım.

" Pardon"
Kadın kafasını kaldırıp bana baktı ve yüzüne gittikçe dehşet yayıldı.

Ağzından anlamsız harfler çıktı ama konuşamadı. Bir eliyle ağzını kapatıp geri geri gitti. Arkasındaki kutuları devirirken diğer elini kaldırıp beni işaret etti.

"Büyücü "
"Büyücüsün sen! " Çığlık çığlığa konuşurken pazara sessizlik çöktü tüm gözleri üstümde hissettim.

"Su krallığından sızmış aramıza"
"Casus o!" Arkamdan gelen başka bir adam sesiydi bu.
Su krallığı?
O de neydi öyle?

Şoka giren kadın eline sopasını aldı ve bana doğru sallamaya başladı. Hızla uzaklaşmaya çalışırken önümdeki muhafızlara çarptım. Kadın sopasıyla bana koşarken korunmak için kollarımı kafamın etrafına doladım. Beklediğim olmadı.kafama darbe yemeyi beklerken hiçbir şey olmadı.

Sıkı sıkı kapattiğım gözlerimi açtım. Kadın yerde yatıyordu bir kaç kişi kadının yanına koşarken iki kolumun sıkıldığını hissettim. Muhafızları unutmuştum.

"Şehre izinsiz girmek, halka zarar vermek ve mallara zarardan saraya geleceksiniz." Tok ve gür sesli , iri yarı muhafız arkamdan konuştu. Duruşu rütbesinin diğer muhafızlardan üst seviyede olduğunu anlamamız için yeterliydi.

Neler olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. Kolumdan çekiştirilerek at arabasına bindirildim. Daha doğrusu fırlatıldım. Ardından başka bir muhafız yanımda yerini aldı. Sadece gözleri gözüken peçesiyle nasıl nefes alıyor diye merak etmedim değil. Yolu izlemek için cama döndüğümde arkamdan uzanıp perdeleri kapattı. En son kendi tarafındaki bordo renkli sarıyla süslenmiş perdeyide kapatıp tekrar soğuk ifadesine büründü.

Bu muhafız diğerlerinden farklı renkte bir takım giyiyordu. Açık kahve saçlarını yeni kesmiş olmalıydı. Ona dik dik bakmamdan rahatsız olurcasına kıpırdandığında gözlerimi kaçırdım.

Sıkıcı ve taş patikada sallana sallana geldiğimiz yolculuk bittiğinde iki muhafız kolumdan tutup arabadan indirdi. Bu kadar güvenliğe gerek var mıydı anlayamadım çünkü ben daha reşit bile değilim. İki at arabasının geçebileceği genişlikte olan demir kapıyi görünce kendimi binanın devamına bakmaktan alıkoyamadım. Siyahlara bürünmüş gölge gibi olan şatonun etrafında daire oluşturmuş dumanlar dikkatimi çekti. Görkemli ve bir o kadar gizemli duruyordu. Diğer kapılara oranla daha büyük olan kapının başında iki muhafız vardı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 16 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Parmaklıkların Arkasındaki TaçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin