25 SENE ÖNCE...
Gök gürültüsünün yeryüzüne hakim olduğu bir geceydi.
Yıldızlar gökyüzünden silinmiş, yağmur her sokağı pislikten arındırmak istercesine yağıyordu.
Göz gözü görmeyecek kadar yağan yağmur, aynı zamanda haykıran, yardım dilenen herkesin sesini tüm şehirden siliyordu.Prenses Anna hıçkırıklar eşiğinde ağlıyor, acının ona hissettirdikleriyle çığlıklar atıyordu. Sesini duyan tek kişi David'di.
"Sakin ol prenses. Birazdan bütün acın dinecek." dedi David içtenlik ve endişeyle.
Prenses kurumuş çöl gibi dudaklarıyla, bilincini yarı kaybetmiş bir şekilde mırıldanarak konuştu.
"David... Senden tek dileğim, bugün dünyaya getirdiğim bir prens veya bir prenses. Ne olursa olsun ona sahip çıkacaksın. Onun varlığından, benim gebe olduğumu bilenler dışında kimse haberdar olmayacak." Dedi ve soluk soluğa bir nefes alıp, ufak iniltiler çıkarttı, çöl gibi dudaklarının arasından.
"Gebe olduğumu bilenler dahi, dünyaya getirdiğim bebeği bir kez olsun görmeyecek. Onu bir sır gibi saklayıp, Krallıktan uzak tutucaksın."
Dedi ve yine soluk soluğa bir nefes aldı. Bütün bunları duymaya dayanamayan David, göz yaşları eşliğinde, prensesin kan ter içinde kalmış yüzünü, bir türbente sildi."Öyle şeyler söylemeyin prenses. Tahtın veliyatını siz büyütüceksiniz.
Tahta oturmuş olan o cani Kral Benedict yerinden olucak. Sizin dünyaya getirdiğiniz yavrucak o tahtın asıl sahibi."Dedi David. Onun sözleri üzerine büyük bir çığlık attı prenses.Bu sefer attığı çığlıklar bütün herkesin duyacağı kadar yüksek bir ses tonuyla çıktı. Yağmur o kadar hızlandı ve gök yüzü o kadar gürültü yaptı ki prensesin çığlıkları sadece karanlık odanın, beyaz duvarlarına çarpıp, odada yankılandı.
David bu çığlıkların üzerine daha çok göz yaşı döküp prensese sarıldı.
"Prenses, dayanın lütfen." Diye hıçkırıklar içinde bağırdı.
Prenses son bir güçle konuştu.
"Zamanı gelinceye kadar o bir krallığa ait olduğunu bilmeyecek. İstediği herşeyi ver ona ama asla ben ve Axel' den haberi olmayacak." Dedi ve onun sesini bastıran bebek sesi, bütün odayı sardı.
Prenses son bir kez bebeğine baktı ve "Boris sana emanet David." Dedi. Son nefesini verdi, gözlerini sonsuzluğa yumdu.
David kucağında ki bebeğe bakıp, feryadlar eşliğinde bağırdı.
3 SAAT SONRA...
Yağmur yavaşlamış, gök yüzü yavaş yavaş açılmaya başlamıştı. David, kanlı bebeğe sarılıp öylece, Prenses Anna'nın cansız bedenini izliyordu.
Camdan içeriye sızan ışıklar, David'in dikkatinin dağılmasına sebep olmuştu. Kucağında ki bebeğe bakıp, titrek elleri ve ayaklarıyla zar zor yerinden kalktı.
Prensesin üzerine bir çarşaf örtüp, bebeği tekrar kucağına aldı. Ağlamaya başlayan bebeğe, biraz bir şeyler yedirmek için mutfak dolabını açtı ve eline aldığı süt kutusundan biraz süt ısıttı.
Bebeğin karnını doyurduktan sonra hava aydınlanmadan yola çıkmak zorunda olduğu için kendini, şehrin karanlık sokaklarına attı.
Bitmiş bir hâlde yürümeye başladı. İki tepe aşıp küçük bir köye vardı. Kucağında bir bebek olduğu için biraz dinlenmeye ihtiyaç duydu. Karşısına çıkan ilk küçük tahta kulübenin kapısını tıklattı.
Kapıyı yarım aralayan yaşlı bir kadınla göz göze gelince, yalvaran bakışlarını ve güler yüzünü ona sundu.
Onu görür görmez, Krallıktan kovulan Vezir David olduğunu anlayan yaşlı kadın, kapıyı sonuna kadar açtı. İçeri geçmesi için kafasıyla işaret edip içeri geçmelerini bekledi.
David ürkek adımlarını kapıdan içeri atıp, yavaşca, küçük kulübenin köşesine geçip oturdu.
"Senin mi?"diye soru yöneltti yaşlı kadın.
David başını iki yana sallayıp konuştu.
"Hayır prens Axel'in oğlu." Dedi ve tereddüt içinde yaşlı kadına baktı. Dün gece Prenses Anna'nın söyledikleri aklına gelince, yaşlı kadını öldürmesi gerektiği düşüncesi tüm bedenini sardı.
Yaşlı kadın gülümseyerek konuşmaya başladı.
"Anlıyorum seni genç adam. Ama tedirginlik ve telaşın sebebi ben değilim. Beni öldürmek için bir sebebin yok. Prenses Anna'nın baş dadılarından biri benim kızımdı. Seni zor durumda bırakacak bir şey yapmam." Dedi ve içeriye doğru sıska ayaklarıyla adımlar attı.
David bu kadının bir şeyler bildiğinin farkındaydı. Bu kadın kesinlikle ölmeliydi. Ne kadar geçerli sebepler sunuyor gibi görünsede şuan tehlike arz ediyordu.
David korkak bakışlarını yüzünden sildi ve yerine korkusuz , o cesur adamı geri getirdi. Kucağında ki bebeği korumak için her şeyi yapmak zorundaydı.
Yanında duran su testilerine baktı ve birini yere atarak kırdı.
O sırada yaşlı kadın elinde bir tas süt ve biraz ekmekle içeri girdi. Yüzündeki gülümseme hiç solmadan adama baktı.
"Benden korkman gereken şey nedir?" Diye sordu ve bakışlarını süt dolu tasa çevirdi.
David yerdeki testi kırıklarından birini eline alarak yaşlı kadının boğazına bastırdı.
"Beni ve kucağımda ki bu yavruyu görür görmez tanıdın. Prenses Anna'nın dadıları yoktu. Onu bizzat kraliçem yetiştirdi. Kimseye ihtiyaç duymadan. Bu bebekten haberi olan kişi sayısı saray içinde bile çok az iken. Senin bunlardan nasıl haberin var? Açıkla bana yaşlı cadı!" Diye kükredi.
Kadın kaskatı kesilmiş bir şekilde adamın ölüm isteyen yüzüne baktı. Gözlerinde kan vardı. Kadını öldürmeden durmayacağını anlayınca, tiz sesiyle yavaşca konuştu.
"Haklısın David. O süt dolu tas da zehir var. O ekmekte yılan zehri var. Ölmenizi Kral Benedict bu bebeğin ölmesini istedi. Bu bebek ölecek." Diyerek David'in diğer eliyle tuttuğu bebeğe uzandı.
David kucağında ki bebeği geri çekerek, oturduğu yere yavaşça bebeği bıraktı.Yaşlı kadının cırtlak sesini tek hamlede ondan aldı. Geriye kalan sadece, boynundan akan kanlardı. David bebeği tekrar kucağına aldı ve evin içinde saklanacak bir yerler aramaya başladı.
Eğer zehirli bir şeyler gelmişse, mutlaka Benedict ve adamları buralarda bir yerlerde onları bekliyor olacaktı.
Bulduğu odanın kapısını açtı ve halılarını yukarı kaldırdı. Tam tahmin ettiği gibi bu eski evlerin içinden geçen bir tünel vardı. Gizli kapıyı kaldırarak aşağıya indi. Daha sonra kapıyı kapatıp, kapının olduğu kısma, yerde bulunan kum torbalarını doldurdu.
Böylece Benedict ve adamları onların nasıl kaçtığını anlasa dahi peşlerinden gitmek için patika yolu kullanmak zorunda kalacaklar ve bu onları yavaşlatacaktı.
David bebekle beraber, bu karanlık yer altı tünelinden, ışığa kavuşmuş bir şekilde ayrıldı. Ormanın derinliklerinde gözden kayboldular.
Benedict tünelin çıkışına vardıktan sonra her yeri arattırsa da onlara dair hiç bir şey bulamadı.
Benedict, dünyaya gelen varisin bir gün karşısına çıkıp, babasının hakkı olan tacı ondan almak isteyeceğini biliyordu. Bu prens ya da prenses olsa dahi...
Benedict bu korkuyla krallığına hükmetmek için geri döndü. O gün doğmuş olan bütün bebekleri bir araya topladı. Fazlalık olarak gözüne kestirdiği ya da şüphe duyduğu tüm bebekleri öldürdü.
David'in ona karşı zekice bir plan uygulamış olması an meselesiydi ve Benedict bütün bunları göze alamazdı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TACIN SON SAHİBİ
KurzgeschichtenYüzyıllar önce var olmuş krallığın artık yok olma zamanı gelmişti... Kral'ın tacını kuşanabilecek son bir varis kalmıştı. Herkesten büyük bir sır gibi saklanan, kimsenin bilmediği, krallıkta sayılı kişilerin bildiği ve ölene kadar asla ortaya çıkmay...