Annemin adını haykırarak, ter içinde uyandığım günlerden biriydi bugün de. Rüyalarıma giriyor, beni asla yalnız bırakmıyordu. Saraydaki tozlu tablolardan biliyordum yüzünü. Yeni kraliçe, annemden kalan fotoğraflara bile tiksinerek bakıyor, tanımadığı bir kadından nefret ediyordu. Babam da annemin ölümünden beni sorumlu tutuyor, benden nefret ediyordu.
Benden kurtulmak için, beni yatılı bir kraliyet okuluna göndermeye karar vermişti. Kraliçesiyle birlikte sahte evliliği ve maskelerin ardına saklanmış yüzleriyle bu krallığı yöneteceklerdi ve ben onlar için büyük bir tehdittim. Zavallı kralım onları öldürebileceğimi düşündüğü için yemekleri bile ayrı ayrı yiyorduk.
Bugün ise, o yatılı okulumun ilk günüydü. Kapının tıklatılmadan, hızla açılmasından bile bana saygı duymadıklarını anlamak mümkündü. Hizmetçiler, hiçbir şey söylemeden beni yataktan kaldırdılar. Birkaç tanesi banyoya gidip suyun sıcaklığını ayarladı, birkaçı ise üzerimdeki geceliği çıkararak beni duşa hazırladı.
Bana bir oyuncakmışım gibi davranmaları sinir bozucuydu ama bu, onlara katlanmam gereken son gündü. Bu yüzden diğer günlerden farklı olarak kendimi onlara bıraktım.
Beni küvetin içine sokup yıkamaya başladıklarında, yüzümdeki iğrenç sırıtışa engel olamadım. Benden tiksindikleri apaçık ortadayken bu kadar yakından ilgilenmek zorunda olmaları ve bu konuda hiçbir şey söyleyememeleri, komikti.
Yüzüme bakamıyorlardı, ama bu korkudan değildi. Hepsi şimdiki kraliçenin hizmetçileriydi. Beyaz uzun saçlarım, mavi gözlerim ve saçlarım gibi beyaz olan tenimle anneme o kadar çok benziyordum ki, benden nefret ediyorlardı.
Duştan çıktıktan sonra kurulanıp bir sandalyeye oturtuldum. İçlerinden biri elbiselerin bulunduğu askıdan bir elbise seçti. Elbise lacivert bir kumaşa sahipti, hafif kabarıktı ve üzerinde minik elmaslar vardı. Elbise, sırtımı tamamen açıkta bırakıyordu ve göğsümden boynuma uzanan kumaşı, boynumun hemen arkasından bağlanarak son buluyordu.
Birkaç hizmetçi saçımı yaparken diğerleri makyajıma başladı. O kadar aceleci davranıyorlardı ki saçımı çekiştirip duruyorlardı. Makyajımı yaparken yüzüme bakmak zorundaydılar. Bilerek gözlerinin içine bakıp gülümsüyordum. İçlerinden bana küfürler yağdırdıklarına emindim.
Saçımı bitirmişlerdi, ensede, dağınık bir topuzdu. Makyajım sade bir makyajdı, yüzüme hafif renk verip kirpiklerimi belirginleştirmekle yetinmişlerdi. Zaten fazlasına da lüzum yoktu.
Hizmetçilerden biri yüzüme bakmadan konuştu.
"Hazırlığınız bittikten sonra, kral onun yanına gitmenizi istedi." dedi ve hepsi birden odadan çıktı.
Kendimle baş başa bırakıldığım odamda, boy aynasından kendime baktım. Uzun süredir bu kadar canlı görünmüyordum. Derin bir nefes alarak duruşumu düzelttim ve odamdan çıktım. Sessiz koridorlarda yürümeye başladım. Taht odasına gelene kadar kendimi ağlamayacağıma inandırmaya çalıştım.
"O adamın gözlerine bakacaksın, sana ne söylerse söylesin gözünden tek bir damla yaş gelmeyecek. Ona cesurca cevap verdiğinde bile ağlamayacaksın Irene."
Ve kâbuslarıma giren o kapıyla karşı karşıyaydım. Kalp atışlarım hızlanmaya başladığında, başaramayacağımı anladım. Ancak yine de derin bir nefes almayı tercih ettim.
"Kapıyı açın." dedim kısık bir sesle.
Kapılar açılırken doğrudan tahta baktım. Babam her zamanki oturuşuyla karşımda duruyordu. Bacaklarını iki yana açmış, sol tarafına eğilmiş, sol dirseğini tahtına yaslamış ve avucunun içiyle yanağını havada tutar bir pozisyonda oturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Varis
Fantasy"Yeryüzünün hakimi, elementlerin en vahşisi, en yücesi. Duy sesimi, dinle bu kanlı varisin haykırışını. Koruyucun olarak kabul et bu ateş varisini!" "Vazgeç artık Irene, hepimizi öldüreceksin!" Öfkeyle ona döndüm. "Ben senden bile vazgeçmemişken, ta...