...

13 1 0
                                    


Gökyüzü denizdi, yıldızlar da tatlı yakamozlar misali o denizin üzerinde geceleyin parıldıyordu. Sonra bulutlarda bir oynaşma... Bu, onun sevimli biçimde geldiğini haber etmesiydi. Onun gelişiyle gökyüzünün yakamozları birer birer dibe battı. Geldi, semanın kapılarını ardına kadar açacak gül parmaklı güzel tanrıça. Neredeyse tüm cihanı saracak beyaz elbisesisin kuyruğu ve toz pembe şeffaf kanatlarıyla güne ilk selam veren olacaktı. Açıldı arşa delip geçecek altın rengindeki parmaklık kapılar. Geceden kalma çiy taneleri birer birer sıcak kahverengi saçlarına döküldü. Bulutların arasında Güneş'in dizginlenen atlarının kişnemeleri duyuldu. İlk ışınlar tanrıçanın altın takılarından etrafa saçıldı ve Güneş'in altın işlemeli beyaz at arabasıyla semada süzülmesiyle gün nihayetinde başlamış oldu.

.

➷➹

.

• Onun tapınağı hiçbir zaman hoş kokulu çiçeklerle bezenmedi. Sadık kaldıkları Tanrı'yı genellikle kudretli hayvanların kanlarıyla süslemeyi seçmişlerdi. Ne bir yaman çelişkidir ki; sevgili taç yapraklı bitkilerin arasında büyümüş, ahenkli musiki ninnilerle uykuya dalmıştı.

Şimdi ise Yüce Dağ'ın en kuytu yerlerinde bulunan askeri üst biçimindeki "ev" dedikleri dört duvar arası yerde bacak bacak üstüne atmış, elinde kadehiyle açık kapıdan şafak vaktinin bitimiyle gökyüzüne yayılan renk cümbüşünü seyrediyordu. Dünden kalma savaşın izleri yoktu. Artık kana bulanmış değildi. Şu an dehşet salmak yoktu. Kalplere huzursuzluk vermek yoktu. Yalnızlık vardı. Gerçeklerle yüzleşmek. Bazen hayat şartları öyle zorlar ki bir tanrı bile olsan hayattaki gerçek benliğini sorgulamaya mecbur bırakılırsın. Özellikle Aşk ve Savaş'ın soyundan geldiysen var olduğun anda önündeki kapılar tek tek kapanır.

Tek başına seyretmeye dalmışken giderek yoğunlaşan huzursuzluğu görmezden gelmek gittikçe zorlaşıyordu. Tanıdık sıcaklıktaki bir eli omzunda hissettiğinde uzun süredir tuttuğu nefesi verdi ve duygularının ortalığa salınmasına müsaade etti.

"Ne istiyorsun?"

El omzundan çekildi. O sıcaklığı kaybetmemek için bi' an sözlerini geri almayı düşündü.

"Sırtın..."

Başını hafifçe yana, arkaya çevirdi. İkizinin gözlerindeki ciddiyeti fakat bir yandan da boşluğu seçmek zor değildi. Annelerinden miras aldığı canlı gök rengi gözleri, düşük göz kapaklarına yerleştirilen tek tük kirpiklerinin arasından ona kararlılıkla bakıyordu.

Peki ya o?

Onun gözleri var mıydı ki gözlerinden yansıtacak duygusu olsun? Siyah göz yuvalarında sadece belli belirsiz birer kırmızı nokta...

"Sırtım mı?"

Beyaz tuniğinin sırt kısmı altın renkli kıvamlı sıvıya bulanmıştı. Tabii, o ikisinin yolunmuş kanatlarından geriye kalan sırttaki kalıcı yaraların sebebiyet verdiği zamansız kanamalar kaçınılmazdı.  Çeşitli savaşlardan kalma yaraların yanında derin çatlakların bulunduğu kuru, solgun tenine az da olsa canlılık katan koyu nektar dudaklarının arasından yapmacık bir kıkırdama döküldü. Tek eliyle sırtının tamamını yoklamaya çalıştı.

"Eğer ellerim sırtımı tam olarak gezebilseydi ilk fırsatta derimi parçalardım."

Miğferini çıkarmıştı. Gecenin zifiri karanlığını andıran hurda parçası "oda"nın bi' kenarına fırlatılmıştı. Beyaza çalan sarı saçları tel tel omuzlarına dökülüyordu. Serbest elinin tersiyle omuzlarına düşen bir kısmı geriye savurdu.

𝘎𝘪𝘻𝘭𝘪 𝘠𝘰̈𝘯𝘶̈𝘮Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin