sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsan ceketimi al.
günün en güzel saati bunlar.
yanımda kal.sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.sana gitme demeyeceğim.
ama gitme, lavinia.
adını gizleyeceğim
sen de bilme, lavinia.
saat; 15.19.dakikalardır üzerimdeki bakışların nasıl içime işlediğini görüyorum. bakışlar, düşüncelerimi yakalamak isteyen avcılar gibi köşe bucak zihnimin derinliklerinde iz sürüyorlar. en küçük bir düşünce, onların en büyük zaferi olacak, biliyorum. onlar acımasız bakışlarıyla vahşice bana saldırıyorken ben, yıldızlara sığınan bir kanarya gibiyim.
"kesin şunu."
sonunda sözler ağzımdan çıkıyor, bıkkınlıkla verdiğim nefes ise hayır, hayır karşımdaki gözleri ikna edemiyor, daha fazlası için bakıyorlar, açlar; benden koparabilecekleri her bir duyguya o kadar açlar ki bu, onlara acıyarak bakmama vesile oluyor. ne yazık, ne yazık diyorum. kendi hayatlarını aldatıyorlar ve bunu yaparken hiç de utanıp, sıkılmıyorlar!
kendi hayatlarından alamadıkları zevklerini, bir başkasının hayatından almaya çalışmak nasıl da bir aldatmadır hem de. tabii bundan rahatsızlık duymamaları da çabası. ama ben kendi hayatıma saygı duyacak kadar sadığım neyse ki, neyse ki.
"jungkook, iyi olduğuna emin misin?"
sabahtan beri tekrarlayıp sordukları bu soru zihnimin ücra köşelerinde yer edinmiş çoktan, üzülüyorum buna tabii, oysa iyiyim ben. ne diye kötü olayım ki? ne gerek var vahamete kapılmaya. ortada in yok cin yok.
"jungkook, on dakika önce kriz geçirdin. hatırlıyor musun?"
karşımdaki uzun kumral saçlı kadının sözleri üzerine yüzüme yerleşmiş olan huzurlu bir sakinlik ile odada gezdiriyorum bakışlarımı. yerde gördüğüm kırık vazo parçaları serpilmiş. beyaz güller ile donattığım odamdaki vazoların hepsi yerde, parçalanmış, beyaz güller; onlarda yerde, odanın her bir köşesinde bembeyaz güller var, görmek hoşuma gidiyor.
ne de olsa beyaz güller taehyung'un en sevdiği çiçek.
biraz daha kayıyor gözlerim odaya, yerlerde ki defterler, kalemler, kağıtlar ve bir sürü şey gözlerime gözlerime bakıyorlar sanki. ve o sırada gözüme yeri boylamış bir fincan çarpıyor, kahvem yere dökülmüş, canımı sıkıyor bu durum. kahve içmek istiyordum oysa ki.
"hatırlamıyorum."
yalan.
yarım saat önce namjoon ofisime uğruyor, bana bakıyor ve bir kağıda yazılar yazdığımı görüyor, ne yazdığımı sorduğunda ise başta geçiştiriyorum onu lakin o kadar çok ısrar ediyor ki ağzımdan dökülüveriyor taehyung'a mektup yazdığım. kaşları çatılıyor, kağıdı elimden çekip aldığında, gözlerimdeki kararmayı görememesine üzülüyorum.
yazının benim yazıma benzemediğini söylediği an ise kayışlarım kopuyor adeta. geçirdiğim kriz dillere destan, namjoon beni sakinleştirmek adına arkamdan kavrasa bile nafile, tüm odayı birbirine katıyorum öfkeyle, bana inanmayışına hakaretler saydırıyorum. halen taehyung'un öldüğünü düşünmesi o kadar çok içimi yakıyor ki, içimdeki alevler sığmıyor içime. herkesi yakıyorum, her bir şeyi.
benim sevgilim yaşıyor.
aklımdaki tek düşünce ise bu. herkesin aksine ben biliyorum çünkü gerçeği, kimse inanmasa bile bana sorun değil fakat namjoon canımı sıkıyor. sonunda sakinleştiğimde ise küfürler saydırarak beni koltuğa oturtup odadan çıkıyor, gidiyor.
"tanrım, ne yapacağız?"
önümde oturmuş bana endişe ile bakan en az on, on beş kişiye ithafen göz deviresim geliyor. sadece, beni rahat bırakmalısınız diyesim geliyor lakin o kadar çok bağırmış olmalıyım ki ağrıyan boğazım konuşma isteğimi söküp atıyor, yorgun ve bitik vücudum da buna dahil.
"bence soru bizim ne yapacağımız değil, bay park'ın ne yapacağı. iş yerinde bu kadar büyük bir kriz geçiren çalışanına yardım etmek en başta onun görevi."
küçük boylu sarışının söylediği sözler herkes tarafından onay alırken orta boylu bir adam atlıyor söze. "aradım ben, haberi var. şehir dışındaymış fakat ilgileneceğini bildirdi."
herkesten gelen bıkkın bir nefese karşılık göz devirme isteği büyüyor içimde. hala karşımda durup sanki çok farklı ve sıra dışı bir şeyi izler gibi gözlerini üzerimden çekmemeleri ise rahatsız ediyor içimi.
"gidecek misiniz artık?"
sevgilim, ne var çıkıp gelsen artık. deli diyorlar bana, desinler değişemem, başkasını sevemem, gel dedim sana, diyorum, diyeceğim. son nefesimde bile gel diyeceğim zira sen bana gelmediğin sürece her bir aldığım nefes; benim son nefesim.
bu acımı içime sığdıramayış mektubum, sana ait.beyaz gül tenlim;
sevgilim, zaman; bazılarını telaşa sürer ya, beni telaşa sürmüyor. sensiz geçirdiğim her zamanımın acı verici olduğunu pek ala kabulleniyorum lakin seni beklediğim her bir zaman dilimi bana artık acı verici gelmiyor.
ben galiba yokluğunda, seni beklemeyi bile sevdim taehyung.
fakat bazen ise içime bir korku yerleşmiyor değil. özdemir asaf, "her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden." derken içimdeki korkuyu nasıl da harladığını bilse o bile korkardı sözlerinden.
gel taehyung, sen yeter ki gel.
-jungkook.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu veda mektubu sana ait 'tk
Fanficşiir mısralarında seviş benimle, gördüğün her yıldızda beni dile. [taekook] © mzzzzj 160424