1. Bölüm

66 7 1
                                    

   Alarmın çalmasıyla gözlerimi açıp etrafıma bakındım. Yavaşça yatağımda doğrulup telefonun o sevgi dolu(!) alarmını kapattıktan sonra üstümdeki ince pikeyi sıyırıp odamdaki banyoma oldukça yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Saat 07.30'du ve babam bu saatte çoktan uyanmış olurdu. Saygıner Holding'in sahibi olması bunun için yeterli bir sebep sayılabilirdi. Yine de bu kadar erken kalkmasının gereksiz olduğunu düşünmekten kendimi alamazdım. Yüzüme birkaç kez su çarptıktan sonra dişlerimi fırçalamaya başladım. Banyodaki işlerimi bitirdikten sonra kıyafet dolabıma ilerledim. Ütülenmiş mini okul eteğimle logosumu da giydikten sonra diz kapağının üstünde biten çoraplarımı da çektim. Ayaklarıma da beyaz spor ayakkabılarımı geçirip saçımı ve makyajımı yapmak üzere aynalı masama oturdum. Çekmeceden düzleştiricimi çıkarıp fişe taktım. Saçlarım düz ve sarıydı ama her yataktan kalktığımda uçları minik buklelere dönüşürdü. Düzleştiricimin ısındığını fark edip kısa sürede bukleleri düzleştirdikten sonra bir alt çekmeceden rimel, göz kalemi ve parlatıcımı çıkardım. Makyaj kısmını da halledip okul çantamı yatağın kenarından alıp tek omzuma taktım ve odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Merdivenin son basamaklarına geldiğimde babamı kahvaltı masasında bir şeyler atıştırırken gördüm. Annem de elinde kupayla mutfaktan çıkıyordu. Merdivenin son basamağını da geçtikten sonra annemin arkasından elinde tabaklarla masaya ilerleyen Nesrin ablanın -6 yıllık çalışanımız- sesi kulaklarımı doldurdu;
"Günaydın Beren Hanım."
"Günaydın..." dedim oldukça neşeli çıkan sesimle. Hafifçe kulağına eğilip fısıldadım;
"Bana hanım demekten vazgeç." Her zaman ki gibi gülümseyip tabakları masaya bıraktı. Babamlarla da günaydın faslını atlattıktan sonra masadaki yerimi aldım.
   Tek çocuktum, 18 yaşındaydım ve dört senedir Yıldırım Koleji'nde okuyordum. Babam Ünal Saygıner dedemden kalan Saygıner Holding'in başına geçmişti. Geleceğim hakkında tereddütüm yoktu. İyi bir üniversite kazanamasam bile özel bir üniversitede okuyacağımdan adım gibi emindim. Babam işletme okumamıı istiyordu. İlerde holdingin yönetiminin tek çocuk olan benim üstüme kalacağını bildiğinden olsa gerekti. Kahvaltımı bitirdikten sonra evdekilere veda edip dışarı çıktım. Arabama atlayıp anahtarı çevirdim 18 yaşıma basar basmaz ehliyetimi almıştım. Zaten yaz tatillerinde babam araba sürmeyi az çok öğretmişti. Ben de ehliyet sınavını geçip babamın aldığı arabayı kullanmaya başlamıştım.
Yaklaşık 20 dakika süren yolun ardından okulun otoparkına arabamı park ettim. Zilin çalmasına yaklaşık 15 dakika vardı. Erken geldiğim zamanlarda kantine giderdim. Bizimkiler genelde orada olurlardı. Kantine girdiğimde bir grup kız -oldukça fazla bir grup- bir masanın etrafını çevirmişti. Arya'da beni görmüş olmalıydı ki gruptan sıyrılıp -o kalabalığın içinde olduğunu fark etmemiştim bile- koşar adımlarla yanıma geldi.
"Okula yeni biri gelmiş, biraz yakışıklı." dedi umursamayan ses tonuyla. Yavaş adımlarla çocuğun bulunduğu masaya ilerledim. Masanın etrafındaki kızlar geçebilmem için ikiye ayrıldılar. Bu çocuk Arya'nın bahsettiğinden daha yakışıklıydı. Kendimi tanıtmama  fırsat kalmadan kalabalığın ön sıralarından bir kız;
"Bu Beren. Okulun en popüler kızı." diyerek kısaca beni tanıttı. Evet okulda oldukça popülerdim. Popülerliğimin güzelliğim sayesinde olduğunu söyleyenler çoğunluktaydı. Doğuştan sarışındım ve mavi gözlerim beni oldukça çekici kılıyordu.
   Elimi uzattım. Kafasını kaldırmadan umursamaz bir şekilde elimi sıktığında "Hoşgeldin" dedim düz bir sesle. Başını hafifçe sallayıp elimi bıraktı. Ah, ne egoist ama!
Masadan ayrılıp kantinin büfesine  gittim. Bir kahve alıp bizimkilerin -Arya, Hakan ve Selim- oturduğu masaya kahvemi koyup sandalyeyi çektim. Kısa sürede yerleştikten sonra Selim alaycı ses tonuyla
"Beren Saygıner'i umursamayan yakışıklı, olay oldu!" diyip ellerini gazete başlığı gibi iki tarafa açtı ve Hakan'la beraber gülmeye başladılar. Arya da kendini zor tutuyordu, bunun farkındaydım.
"Ha-ha-ha Selim Mertoğlu yine iğrenç esprileriyle gündemde kalmaya çalışır." dedim gözlerimi devirerek.
"Ben hep gündemdeyim zaten güzelim." diyip göz kırptı. Bozulmamıştı. Bu gruptaki kimse birbirinin söylediklerine bozulmazdı zaten. Dört senedir beraberdik ve birbirimizin yüzüne bakarak moral seviyemizi anlayacak kadar yakındık. Henüz kahvemden iki yudum almıştım ki ders zili çaldı. Dördümüz de aynı sınıftaydık Hakan'la Selim duvar kenarının en sonunda biz de onların bir önündeki sırada oturuyorduk. Kantinden çıkıp sınıfa  ilerlerken Hakan ile Selim arkada biz Arya ile onların 2-3 adım önünde yürüyerek sınıfa ulaştık. Yerlerimize oturduktan sonra Mustafa Hoca kapıda belirdi. Ah, bu adam her zaman bu kadar erken gelmek zorunda mıydı?
   Ders başlayalı 10 dakika olmasına rağmen çoktan sıkılmıştım. Arada bir Arya'yla yeni ayakkabıları hakkında ya da yeni gelen egoistle ilgili konuşuyorduk. Adı Onur'muş, Onur Arsoy. 12/B sınıfındaymış ve bu okula  Esen Koleji'nden gelmiş. Neden geldiğini henüz düşünmeye başlamıştım ki tenefüs zili çaldı. Arya'yla kendimizi dışarı atmamızla Onur ve yanında sürü halinde ilerleyen kızları görmemiz bir oldu. Popülerlik konusunda bir erkek rakibe yenilmek ister miydim bilmiyorum ama açıkçası umrumda bile değildi. Çünkü çocuk popülerliği hak edecek derecede yakışıklıydı. Kumral dağınık saçları, saçlarıyla aynı renkteki düz kaşları ve bal rengindeki gözlerinden kaşlarına ulaşan uzun kirpikleri, atletik kaslı vücudu ile birleşince bir kızın gözlerini ondan ayırması oldukça zordu.

   Geriye kalan 6 derste aynı monotonlukla geçtikten sonra nihayet otoparka ulaşmıştım. Arabama binip anahtarları çeviriyordum ki karşımdaki park yerinde duran beyaz spor BMW'ye binen Onur'u gördüm. O'nu takip edip evinin adresini öğrenmek fena fikir değildi. Böyle çılgınlıklar Beren Saygıner'in aklına gelebilecek en doğal düşüncelerden sadece biriyken Onur'un harekete geçen aranasının çoktan peşine takılmıştım.

SAKINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin