0.1

19 3 0
                                    

Yeni ficten merhaba
Umarim begenirsiniz
Zaten begenmezseniz silerim
İlk defa fantastik yaziyorum
Umarim basarili olmusumdur
İyi okumalar

ABD, Washington...

Hyunjin sanat müzesinde dolaşıyordu. Başında siyah bir bere ve üstünde siyah geniş bir kazak vardı. Müzedeki portreleri izliyordu. Thor'un çekiciyle yere vurduğu bir resim dikkatini çekti ve dokunmak için ilerledi ve elini uzatacakken bir kadın gelip, "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diyo sordu.

Hyunjin çekilip sakince, "Ah, hayır. Sadece tablo orijinal mi diye bakacaktım." dedi. Kadın gülüp, "Orijinal. Tarih seviyorsunuz galiba. İsterseniz size yardımcı olabilirim. Şu tarafta da Afrodit var. Belki ilginizi çekecek başka resimleri de bulabiliriz." dedi. Hyunjin geri çekilip, "Yok. Üstelik çakma aşk tanrısı ilgimi çekmiyor." dedi. Kadın kaşını kaldırıp, "Çakma? Afrodit hakkında pek bir şey bilmiyorsunuz sanki." dedi.

Hyunjin, "Sanırım. Tek bildiğim hileyle aşk tanrısı olduğu. Bu tablo satılık mı?" dedi. Thor'un olduğu tabloyu işaret etti. Kadın, "Maalesefki hayır. Sahibi Christopher Bang. Bu sergi de onun." dedi. Hyunjin dudaklarından mırıldandı, "Kendi resmimizi de alamıyoruz.." dedi.

Kadın, "Efendim?" diye sordu. Hyunjin, "Christopher kimse gelsin. Her ne boksa artık. Ara, şu tabloyu almadan çıkmıyorum." dedi. Kadın elektroşok çıkardı, "Bay Bang, yakaladım!" dediği an bunun bir plan olduğunu anladı Hyunjin. Gülerek ellerini kaldırdı. Bu meşhur Christopher Bang içeri girdi.

"Hmm... Hwang Hyunjin, sen kendine Sam diyorsun. Ama... Tarih sana Thor diyor. Ben bir Odin hayranıyım. Belki konuşabiliriz, Bay Hwang veya Thor demeliydim.."

...

Malezya, Kuala Lumpur...

Jisung Malezya'nın kirli sokaklarında maske takarak geziyordu. Kapşonunu çekmiş ve tenha bir yer arıyordu. İnsanlar konuşuyordu ve sokaklar çok kalabalıktı. Tenha yer bulmak zordu. Jisung bir grup takım elbiseli adam gördü. Onları borcu olduğu mafya sandı ve o grupla göz göze gelince koşmaya başladı. Grup onu yakalamak için koşmaya başladı.

Parkurcu olduğu için her yerden atlayabiliyordu. Bir binaın balkonuna girip koşuyordu ve adamlar eve girip onun peşinden gelirken merdiven çıkıyorlardı. Jisung örümcek güçlerini kullanıp balkondan atlayıp balkonun altına ağ ile yapıştı. Ortalıktan kaybolduğunu düşünüp gülerken adamlardan biri ağa ateş edince Jisung binadan düştü ve gözlerini hafifçe açtığında bir adam gelip, "Bang endüstrisine hoşgeldiniz... Alın götürün, Kore uçağı kalkıyor. Malezya maceranız bitti." dedi ve gitti.

...

Japonya, Tokyo...

Minho bir şirkette yemekhanede çalışıyordu. İnsanların yemeklerini tabağa koyarken asık suratıyla, "Afiyet olsun, bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.. Ja Food" diye söylerken insanların pek de umurunda değildi. Çalışanlar yemeği alırken ara sıra Minho'ya bakıp gülüyorlardı. Bir adam, "Bonesine bak, benim anaokuluna giden kızımın bonesi gibi.." diye o anlamasın diye Japonca konuşuyorlardı.

Minho bunları duymamak için elinden geleni yapsa da dayanamayıp Japonca, "Peki anaokuluna giden kızın bunu yapabilir mi?" dediği an adamın yakasından tutup kendine çekti, "Bana bak sikik, ben sinirlenirsem bu boneyi ağzından sokup kıçından çıkarıp kızın kafasına geçiririm." dedi ve adamı itti. Adam korkup hemen gitti.

Daha sonra içeri bir grup girdi. Minho onlara hakmadan yemekleri doldururken şef Minho'yu işaret etti gruba. Grup gelip Minho'nun önünde durdular. Minho yemeği doldurup, "Afiyet olsun-" daha demeden adam, "Bay Lee, bizimle Seul'e gelmeniz gerek." dedi. Minho, "Kimsiniz?" dedi. Adam, "Gelmeniz gerek." dedi.

Minho dinlememiş gibi yapıp işine devam ederken arkasından diğer garson gelip ensesine iğneyi vurdu. Minho, "Ne halt ediyorsun sen?!" diye bağırdı. Adam güldü. Minho, "Seni... varya..." cümleyi bitiremeden bayıldı.

...

Hindistan, Yeni Delhi...

"Aç bakalım ağzını.." Changbin küçük çocuğun ağzına bakıyordu çubukla. Changbin, "Boğazında enfeksiyon var. Antibiyotik yeterli." dedi ve çocuğu sedyeden indirdi. Çocuğun annesi çocuğun elini kaptığı gibi onu götürdü. Changbin diğer çocukları muayne ederken hemşire geldi.

Hemşire, "Doktor Seo, sizi görmek isteyen birileri var." dedi. Changbin sedyedeki çocukla ilgilenmeye devam ederken, "Kimmiş?" diye sordu. Hemşire, "Tanımıyorum ama sizi görmek istiyorlar. Sizin ülkenizdenler sanırım.." dedi. Changbin bir an durdu. Yere baktı ve sonra, "Söyle beklesinler, 5 dakika. " dedi.

Changbin adamların yanına gittiklerinde adam ona bir telefon verdi. Telefonu açtı. Changbin, "Buraya gelmeye zahmet bile etmemişsin." dedi. Bang Chan gülüp, "Bu sefer beni affedin doktor. Ben olduğumu nereden anladınız?" dedi. Changbin, "Nereden anladım... Hmm... Belki de senden başka kimse bu Hindistan'a takım elbiseli adamlarla gelmez. Hatta gelmedin, adamlarını gönderdin." dedi.

"Hala şakacısınız, doktor. Adamlarım sizi havaalanına götürecek. Uçakla Seul'e gelmeniz gerek. Acil bir durum var.."

...

İngiltere, Londra...

Seungmin portal yüzüğüyle kafenin önüne geldi. Yağmur şiddetini arttırıyordu. Elindeki buketi ıslatmamaya özen gösteriyordu. Hemen içeri koşup masasına geçti. "Çok özür dilerim!" dedi ve genç kadının karşısına geçip ona çiçekleri uzattı. Kadın gülümseyerek çiçekleri alıp, "Çok naziksiniz, doktor Kim. Fakat biz ayrıldık. Yani, bilirsin işte.."

Seungmin'in suratı biraz düşsede kendini gülümsemeye zorlayıp, "Bana bir şans daha ver. Söz, daha iyi olacağım." dedi ve kızın ellerini tutmaya çalışsa da kız geri çekilip etrafa baktı. "Seungmin bak, bizim ilişkimiz bitti. Hem ben nişanlandım." dedi. Seungmin o kelimeden dolayı dondu.

"Nişan- nişanlandın mı?"

Kız başını salladı utanarak. Seungmin kızın parmağındaki yüzüğe baktı. Kız çiçekleri ona geri verdi. Seungmin şok bir şekilde elindeki çiçeklerle kaldı ve kız gitti. Restorandaki insanlar ara sıra ona bakarken utanç duygusu da hissetti. İçeri bir grup adam geldi. Seungmin'i tutup götürürken Seungmin'in bundan haberi yoktu. Hala şokun etkisindeydi.

...

Rusya, Moskova...

"Rusya-Kore uçağı yolcuları uçak kalkmak üzere... Tekrar ediyorum.."

Jeongin güneş gözlüğünü kafasının üstüne takıp ilerlerken telefonla görüşüyordu. O sırada arkasından iki rus adam geliyordu. Onlara rusça valizleri uçağa taşımalarını söyleyip telefonla konuşmaya devam etti. Jeongin, "Hepsini jetle alıp beni ekonomik sınıfla mı çağırıyorsun, hyung? Ayıp." diye alay ediyordu.

Chan, "Telafisi olacak, Ajan Yang. Öncelikle Seul'e gelmeniz gerek. İlginizi çekecek bir şeyim var." dedi. Jeongin kaşlarını kaldırıp, "Umarım öyledir. Beni pişman etme ihtiyar." dedi ve uçağa bindi.

...

Daha diger iki ficim bitmedi ve buna basladim
Bisey olmaz
Onlari da bitirmeye calisicam
2 bolum kaldi ikisi icin
Begenmeyi ve yorum yapmayi unutmayin🥊

 |MinchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin