"30 Haziran 2003
İki ay önce gülerken gamzesinde kaybolduğun birinin yüzünü bir daha görmemek nasıl da koyuyor insana. İki ay önce kollarının altında huzur bulduğun insanın şuan toprağın kollarında huzur bulması, güzel gözlerini sonsuza kadar kapatması hayata, bir daha kokusunu duyamayacak olmak... İçim acıyor resmen. Ama sevdiğim, o kadar güzel öldün ki sen, ölüm bile senin bedeninde güzel durdu. Ölüm bile yıkamadı senin o güzel vücudunu. Belki biraz yüzün soldu ama. Olsun! Ben seni böyle de severim. Saçını okşayamam belki ama toprağını okşarım. Toprağının üzerine ektiğim mor menekşeleri okşarım.
Şayet ki yukarda bir yerlerde beni izliyorsan, ben iyiyim. Birazcık üzgünüm sadece. Ama geçecek hepsi, iyi olacağım. Aşkınla can bulmuş kalbim acıyacak biraz ama alışacağım en azından. Sen kendini üzme benim için, ailen için. Hepimiz iyi olacağız. Sen yeter ki huzur içinde yat. Yaşarken mutlu olamadın, en azından uyurken mutlu ol be melek yüzlüm.
Sakın şüphen olmasın ben seni sevmekten vazgeçmeyeceğim. Benim bedenim de artık aşinası olduğun bu toprakla buluşuncaya kadar senin için atacak kalbim. Seni seviyorum birtanem."
Defteri kapattım. Tükenmez kalemimin kapağını da kapattıktan sonra güzelce yatağıma koydum günlüğümü. Ağlamaktan acıyan gözlerimi elimin tersiyle sildim. Bugün ikinci aydı.
Sensiz geçen koskoca iki ay.
Boğazımdan bir hıçkırık daha koptu. Zar zor soğuk parkede bağdaş kurdum. Birkaç gözyaşı daha düştü gözlerimden. Özlemek ne kadar da zordu böyle. Sevgi ne kadar şehvetliyse, özlem de bir o kadar ihtiraslıydı. Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Evet, biliyordum zor olacağını. Onsuz geçen her günün benden bir parça koparacağını. Ama beni bu kadar yıkabileceğini düşünmemiştim. Ben güçlü bir kadındım.
"Ben güçlü bir kadınım." Zihnimden geçen düşünce dudaklarımda can bulunca aslında bu cümlenin ne kadar iyi hissettirdiğini fark ettim. Gözlerimdeki akan rimelimi elimin tersiyle hızlı hızlı silmeye başladım.
"Ben güçlü bir kadınım."
Kalkmak için yanımda duran yatağımdan destek aldım.
"Ben güçlü bir kadınım."
İlk adımımda tökezledim. Sadece biraz başım dönmüştü. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırırken kendime güçlü olduğumu söylemeye devam ettim. Çünkü ben gerçekten güçlü bir kadındım. Hiçbir zorlukta pes etmemiştim. Her zaman bir şekilde ayağa kalkmıştım. Bu sefer de toparlayacaktım kendimi.
"Ben güçlü bir kadınım."
Bir adım daha attım. Bu sefer tökezlemedim. Bir adım daha attım. Bir tane daha, bir tane daha...
Sonunda banyomuza gelebilmiştim. Ellerimi musluğun çevresine koydum. Bakışlarımı yavaşça aynaya çevirdim. Berbat gözüküyordum. Rimelim akmış, sıkı bir şekilde at kuyruğu yaptığım saçlarım dağılmıştı. Gözlerim kıpkırmızıydı ve etrafında mor halkalar vardı. Yüzümün rengi solmuştu. Üzerimdeki şirin, çiçekli yazlık elbisem bile renk vermiyordu yüzüme. Elbiseme bakarken kıvrıldı dudaklarım. Bunu ilk buluşmamızda giymiştim. Daha ilk heyecanlar... Ne güzel günlerdi. Her gün biraz daha aşık olduğum adam...
Yavaşça musluğu açtım ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Bu biraz daha kendime gelmemi sağlıyordu. Aynı işlemi bir kez daha, bir kez daha yaptım. Güzel bir şekilde makyajımı sildikten sonra saçlarımı açtım. Saçlarım omuzlarımdan döküldüler.
Çok acıyordu canım. Bir türlü geçmiyordu işte. Alışamıyordum da. Her günüm birbirinden kötü geçiyordu. Ama özellikle ayın otuzu çok sancılı geçiyordu. 30 Nisan'da gitmişti benim sevdiğim. 30 Nisan'da isyan etmişti yaşadıklarına. Hayatı boyunca susan, tek kelime etmeyen Gökalp 30 Nisan'da isyan etmişti ilk kez ve son kez. Kafasına dayamıştı silahı. Öyle bilek kesmeyi sevmezdi o. "Çocuk işi" derdi." İntihar edeceksen bile adam gibi etmelisin." Bir zamanlar dalga geçiyorsun sandığım bu sözler nasıl da gerçekmiş oysa ki. Nasıl dayadın kafana o silahı be canımın içi? Ben senin tırnağının kırılmasına dayanamazken...
Duvarlardan destek alarak çıktım lavobodan. Odama doğru yürümeye başladım. Evden hiç ses gelmiyordu. Demek ki annemler beni rahat bırakmak istemişlerdi. Bir kez daha minnettar oldum aileme. Bir kez daha çok sevdim onları.
Gökalp ile biz lise aşkıydık. Çok severdik birbirimizi. Öyle liseli ergenler gibi değildik ama. Adam akıllı severdik biz. Her gün biraz daha çok aşık olurduk birbirimize. Ne kadar kavga edersek edelim, birimiz bir gülümsese o gün iyi geçerdi günümüz. Bir gülümsese o, gamzesinde kaybolurdum ben onun. Beş dakika ayrı kalalım hemen özlerdim onu. Ama şuan senden bir ömür ayrı kaldım be Gökalp'im!
Odama girip yatağıma oturdum. Yatağımın üzerindeki intihar notuna kaydı gözüm. Tekrardan gözlerim doldu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp derin nefesler aldım. Bu sefer ağlamayacaktım. Ağlamaktan o kadar yorgun düşmüştüm ki... Hem Gökalp'im benim gözümden akan bir damla yaşa kıyamazken benim onun için hıçkıra hıçkıra ağlamam nasıl da üzüyordur onu.
Yanımdaki selpak kutusuna uzandım. İçinde kalan son peçeteyle gözlerimi kuruladı. Biraz olsun sakinleşmek için iki elimi kalbimin üzerine bastırdım, sanki fiziksel acı ruhsal acıyı dindirebilecekmiş gibi.
Derin derin nefesler almaya devam ettim. Biraz daha sakinleşince mektubu aldım elime. Önce güzel el yazısına baktım uzun uzun. Şiirlerin adamı olmuştur Gökalp. Bir tane şiir defteri vardır kara kaplı. Hangi şairlerin şiirleri yoktur ki o defterin içinde. Nazım Hikmet'ten tutun Cemal Süreya'ya kadar. Her gece oturup mum ışığında sevdiği şairlerin şiirlerini bu kara kaplı deftere geçirmeye bayılırdı o. Neden mum ışığında yazdığını sorduğumda; "Bu kadar anlamlı şiirleri mum ışığıyla şenlendirmek gerekir." derdi "Nazım Hikmet'in Piraye'ye olan aşkını böyle bir ambiansta tüm hücrelerime kadar hissetmek isterim ben." Ben ise el yazısının o yüzden bu kadar güzel olduğunu düşünürdüm. Benim için Gökalp'imin el yazısı o güzel satırlardaki aşkı, şehveti, öfkeyi belki de hüznü barındırırdı. Yanımda olsa şimdi parmak uçlarını öperdim onun. Bu düşünceyle dudaklarım sızladı. Ah, keşke yanımda olsaydın!
Sevdiğim adamın bana yazdığı son cümlelere odaklanmaya çalıştım. Göz yaşlarım yüzünden bazı kelimelerin mürekkebi dağılsa da hâlâ kolayca okunuyordu yazısı. Ya da ben noktasından virgülüne ezberlediğim içindir, bilemiyorum.
"Sevgilim." diye başlamıştı mektuba. "N'olur kızma bana. Arkamda seni bırakmak inan çok zor benim için. Ama yapamıyorum artık. Bu hayat benim için fazla zordu. Ben... Beceremedim işte. Zorluklara göğüs geremedim. Ayakta duramadım. Hep bana "Sen benim kahramanımsın." derdin ya. İşte kahraman olamadım ben. Şuan belki bana kızıyorsun ama kızma olur mu? Güzel zamanlarımız gelsin aklına. Küsme bana n'olur. Ne kadar bencilim değil mi? Korkakça intihar ettim, seni arkamda bıraktım ama hâlâ beni iyi hatırlaman için çabalıyorum. Belki benden nefret etsen daha kolay olacak unutmak senin için. Ama beni unutmanı istemiyorum. Hani ölen kişinin arkasından bizleri yukardan izlediği söylenir ya. Eğer beni sevmekten vazgeçersen, yukarda kahrolurum ben. Biraz bencilce biliyorum ama son isteğim olarak gör bunu. Kalbin hep bana ait olsun tamam mı? Çünkü ben seni çok seviyorum canımın içi." Burada durdum. Gözlerim uzun süre canımın içi lafında takılı kaldı. Bana hep böyle seslenirdi, onun sesiyle bu lafı duymayanlı o kadar uzun zaman olmuştu ki. Titredim, sanırım tüylerim diken diken olmuştu. Gelip bana sarılmasını bekledim. Bunun da her zaman yaptığı şakalarından biri olmasını... Benim bu halime kahkahalar atmasını bekledim. Ama o gelmedi... Derin bir nefes alarak ezberlediğim satırlara döndüm yine.
"Bir de vasiyetimdir, şiir defterimi sana bıraksınlar. Belki okumak istersin kalbime işleyen satırları.Beni özlersen, Nazım'ın Piraye'ye yazdığı şiirleri oku defterimdeki. Çünkü sen hep benim Piraye'm oldun birtanem. O güzel saçlarından kocaman öpüyorum. Elveda canımın içi."
Sadece bir damla... Bir damla yaş aktı sağ gözümden. Yemin ederim bir damla göz yaşı aktı bu sefer Gökalp'im. Baksana günden güne iyi oluyorum, üzülme sen yukarda. Her ne kadar kahraman olamadığını söylesen de ne yaparsan yap en büyük kahramanımsın sen benim. Seni sevmekten ise asla vazgeçmeyeceğim, biraz bile. Son nefesime kadar seveceğim seni, kalbim son kez senin için atacak. Sakın merak etme...