1

4 1 0
                                    

"Aptalca hareketlerinden ne zaman geçeceksin?"

Kaptanın hışımla temizlik yaptığım odaya girmesinin ardından kurduğu ilk cümle bu oldu. Neyden bahsettiğini tam olarak biliyor olduğumdan ne itiraz edebildim, ne de cevap verebildim. Elimdeki zor bezini çalışma masasının üzerine bırakarak ona baktım.

İfadesi soğuk, bakışları suçlayıcıydı. Buz mavisi gözleri yüzümde dolanıyor, her mimiğimi analiz ediyordu.

"Ben bir askerim," diyebildim en sonunda.

"Bir asker olman siktiğimin savaş alanında kendini savunmasız kılacak şeyler yapmanı açıklıyor mu peki?" Kollarını iki yana açarak açıklama bekler gibi baktı. Benden ses çıkmayınca devam etti. "Bu takımın en iyi askerlerinden birisin. Tam 3 koca yıl devirdin, sağlamsın, ayaktasın. Üsttekiler seni yüzbaşı yapmak istediklerinde reddettin ve şimdi üstün olarak senden bu saçmalık için bir açıklama talep ediyorum."

"Açıklamam yok," omuz silkerek geçiştirmeye çalıştım. Kaptan ise duracak gibi görünmüyordu.

"Daphne," ismin dudaklarından döküldüğünde kahverengi irislerim mavileriyle buluştu. Ezici bakışları altında küçülmüş gibi hissettim.

"Yoruldum," diyebildim. Bu tek bir kelimeydi ama her şey için yeterli açıklamaydı. Yorulmuştum, mental ve fiziksel olarak yorulmuştum ve bu artık savaşlara dayanmamı zorlaştırıyordu.

Bakışları yumuşadı, dudaklarından derin bir iç çekiş döküldü. Elleri iki yanına düştüğünde yanaklarımın ıslanmasına engel olamamıştım. Titanlarla savaşmak yorucu değildi, tam aksine kanımı kaynatıyor, heyecanımı artırıyordu. Beni yoran şey savaştan sonra olanlardı. Savaş bittiğinde teker teker takım arkadaşlarımızın etrafa saçılmış vücut parçalarını topluyor, kime ait olduklarına dair etiketliyorduk. Surlara geri dönmemiz günler sürdüğü için onların çürüme kokusu da bize eşlik ediyordu, iştahımız kapanıyor, dayanıksız olanlar kusuyordu. Vardığımızda çürümüş parçaları ailelerine teslim etmek için yine biz çalışıyorduk ve bu dayanılacak gibi değildi. Bir çok asker bu yüzden sarılık bile oluyordu.

"Ben artık normal bir hayat istiyorum, ailem olsun istiyorum," dedim isyanla. "Arkadaşlarımın cesetlerini toplamak değil, insanların lanetlerini duymak değil, mutlu olmak."

Ama olamazdım. O da biliyordu. Evet, takımımın en iyi askerlerinden biriydim ama burada en iyisi olmak bir lanetten başla bir şey değildi, çünkü bir kere gözlerine girdiniz mi sizi bırakmazlardı. Hele de asker kıtlığı çekiliyorsa asla yapmazlardı. Kısacası burada, artık yapmak istemediğim bir işin içinde sıkışıp kalmıştım. Kurtulmanın tek yolu ya ölmek ya da işlevsel bir organımı kaybetmekti. Bense onu yapmaktan bile acizdim.

Beklemediğim bir şey oldu. Kolları davetkar bir şekilde iki yana açıldı. Düşünmeden, büyük bir ihtiyaçla girdim kolları arasına. Teninin kokusuna karışmış miskin temiz tonlarını çektim içine. Göğsüm büyük bir rahatlamayla dolarken etrafımdaki kolları kalkan gibi sardı bedenimi. Bir eli saçlarımı narince okşarken yanağını başıma yasladı.

"Kafanı mı çarptın, kaptan?" Alay eder gibi sordum.

"Bilmem," sesi güler gibi çıkmıştı. "Galiba."

Bu belki de hayatımda yaşadığım en mucizevi an olabilirdi. Herkesin korkup çekindiği, tek kelimesiyle insanları suspus eden adam ağlayan askerini kolları arasında sakinleştiriyordu. Hem garipsediğim, hem de midemdeki kelebekleri harekete geçiren bir andı ve hiç profesyonelce değildi.

"Hange bizi böyle görecek olursa asla susmayacağını biliyorsun, değil mi?" Söylediğine kıkırdamadan edememiştim. Kolları arasından kayarak çıktım ve geri çekildim. İkimiz birlikte çalışma odasından çıkarken soğuk ifadesini takınmadan hemen önce son bir kez gülümedi.

Biz daha karargahın toplantı salonuna varamadan dört bir yandan savaş sirenleri yükselirken birbirimize şok içinde baktık. Yönümüz toplantı salonundan tehçizat ambarına yöneldik. Herkes hızlı bir şekilde kemerleri vücutlarının etrafına doluyor, manevra cihazlarını takıp silahlarını kontrol ediyordu.

"Sur Maria düştü," diye bağırdı Hange ile gelen askerlerden biri. "İnsanları güvenli şekilde iç surlara ulaştırın ve elinizden geldiği kadar dev öldürün. Onların topraklarımızı ele geçirmelerine izin vermeyin!"

Levi ile toplandık. Takım A dinlenmeye çekilmiş askerleri geri getirmek için Sur marianın öteki ucuna yollandı. Biz, yani takım B devlerle savaşacaktık. Yeni mezun askerlerden toplanmış takım C ise insanların geçişini sağlayıp onları savunacaktı.

Karargahı terkederken hep birlikeydik ama devlerin konumları yüzünden maksimum verim için dört bir yana dağılmak zorunda kaldık. Stratejik olarak sur Maria ile evler arasındaki alanı temiz tutmaya çalışıyorduk, böylece devleri iç surlara yaklaşmadan, ötede kalıyorlardı ve yeni mezun askerler onlara verilen görevleri yerine getirebiliyordu.

Kaos.

Şehrin içinde bulunduğu durumu tek kelimeyle açıklayacak olsaydım böyle açıklardım. Biz yetişemeden ölenlerin bedenleri yer yerdeydi. Biz gelene kadar çoğu insan ölmüştü, savunmacılar da ellerinden geleni yapmıştı ama bizim gibi devlerle yüzleşmeye alışık değillerdi ve görebiliyordum ki onların da ceset parçaları vardı.

Askerlerden biri, kılıçları köreldiği ve yedek kılıcı kalmadığı için geri çekilmek zorunda kaldı, arada yaranan boşluğu biz tamamlayana kadar devlerden ikisi içeri sızdı. Levi ile bir birimize baktık. Sessiz bir anlaşma içinde evlere doğru harekete geçerken bir an olsun düşünmedik.

İçeri sızan devlerin peşinden gidip onları indirmeye başladık ama bozulan sıra, domino taşları gibi tüm planı devirdi. Geride bıraktığımız askerler devleri daha fazla tutamayınca, devler teker teker evlere doğru yaklaştı. O an gözlerim büyük, anormal deve takıldı. Hızla, askerinin nabzını ölçen Levi'e doğru koşmaktaydı. Kalbim göğsümde sıkıştı, nefesim ciğerlerime tıkıldı. Zihnim onu kaybedeceğim düşüncesiyle dolarken canım yandı. Hiç düşünmeden öne atıldım. Anormal devin arkasından yaklaşırken Levi'e doğru uzattığı kolunu kestim.

Kendimi yüzünde doğru savurup ensesine doğru ulaştım ama dev benden hızlı davranamdı ve bacağımı dişleri arasında sıkıştırdı. Ani ve derin acıyla çığlık attım, dişleri arasındaki kısımda kemiklerimin çatırdadığını, etimin, dişlerin arasında ezilip koptuğunu hissettim. Acıdan dolayı göğsümdeki acı arttı, bilincim karardı. Dengemi kaybettim, ellerim tutmadı, manevra cihazını kontrol edemedim ve vücudun son hız aşağı düşmeye başladı. O anda, ben yere çarpadan önce birinin bana sarıldığını, yukarı çekildiğimi hissettim.

Acı ve kan kaybı vücudumu uyuşturmuştu, sesler ve görüntüler kuyunun dibindenmiş gibi derin, boğuk ve karanlıktı. Vücudumun üzerindeki dokunuşlar bile yabancıydı.

"Sakın ölme," dediğini anladım sadece.

Sonrasında derin bir karanlık dört yanımı sardı.

⋆.ೃ࿔*:・

Merhabalar.

Kurguyu beğendiyseniz lütfen destek olmak için yıldıza dokunmayı ve düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın.

Gelecek bölüm görüşürüz.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 26 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

My Strongest Soldier Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin