Londra'ya sıcak bir Haziran sabahında ulaşan yabancı asilzade, kendisini bekleyen faytona binerken gökyüzüne baktı.
"Mon Dieu! Le temps à Londres est vraiment horrible! (Tanrım! Londra'nın havası gerçekten berbat!)"
"Alışırsınız, dük hazretleri..." dedi Louis Armstrong. Çok zengin bir İngilizdi, bu Fransız yabancının eski bir arkadaşı. Bu zengin Fransızla iş yapıyordu ve finansal olarak tamamen bu adama mahkumdu, bundan mütevellit canla başla onu memnun etmeyi ve olabildiğince uzun Londra'da tutmayı planlıyordu.
Pierre Rousseau, Beaumont Dükü'ydü, Fransız aristokrasisinin en üstlerinden biri. Ancak Fransa'daki mevcut siyasi durumda, aristokrasinin geleceğine inancı sıfırdı; bundan mütevellit sosyal statü fark etmeksizin herkesle arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Bay Rousseau, fazlasıyla zeki bir adamdı, finansal yeteneklerinden istifade ederek kurduğu banka sistemine odaklanıyordu. Buraya geliş sebebi de buydu, tamamen iş.
Ya da bir alacak meselesi...
Mr Armstrong'un faytonuna bindiğinde bir anda orada oturan çilli bir İngiliz hanımefendiyi karşısında görmesiyle afalladı, Pierre. Biçare başını eğerek kadının karşısında oturduğunda Mr Armstrong da bindi faytona ve kadının tam yanına oturdu.
"Kız kardeşim, Alice," dedi Louis Armstrong. "Yol üzerinde onu terziye bırakmam gerek, umarım bizimle yolculuk etmesi sizi gücendirmez."
"Hayır, bilakis ben size zahmet veriyorum, siz gücenmeyin," diye hızla toparlardı durumu Pierre ve kadına bakıp tebessüm etti. İnce yüzlü, ince kaşlı, iri gözlü bir hanımdı, en fazla on yedisinde birini andırıyordu.
"Sizinle tanışmak bir onur, dük hazretleri..." diyen Alice'in cilveli gülümseyişi ise elbette ki hayra alamet değildi. Ağabeyi Louis, eğer bu oldukça zengin Fransız asilzadesinin kalbini çalarsa Armstrong ailesine piyango vurmuş gibi olacağını söylediğinden beri kendisini bu ilk karşılaşmaya hazırlıyordu.
Pierre, yeniden tebessüm etti. Aptal değildi, bir hanımefendinin kendisine ilgi duyduğunu ya da flörtleşme çabası içinde olduğunu ivedilikle anlayacak kadar çok kadın görmüştü. Bundan mütevellit, normalde kendisine dük olarak seslenilmesinden nefret etse dahi, araya mesafe koymak adına istifini bozmadı. Bakışlarını Louis'e çevirdi, son derece ciddi bir şekilde sohbete daldı, konuyu hiç de uzatmayacaktı:
"Bana Kont Clarke'tan bahset, mon ami (dostum)."
"Onunla iş yapan sizsiniz, yapacak olan da..."
"Özelini bilmem gerek, buralarda sevilen biri mi?" diye sordu Pierre. Kontla iki ay evvel Paris'te bir kumar masasında karşılaşmışlardı, bu kontu tanıdığı manasına gelmezdi.
"Kont Clarke..." İç çekti Louis. "Pek de sevilen biri değil..." Yutkundu. "Skandal biridir - şayet bu, iş yapma arzundan vazgeçtirecekse sizi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Londra'da Bir Parisli: Bay Rousseu
Historical FictionFransız Devrimi'nin yankıları sürerken, genç ve yakışıklı Dük Pierre Rousseau, aristokrasinin geleceksizliğini görüp bankacılığa atılır. Paris'te İngiliz Kont Clarke ile karşılaşması, her iki ailenin de kaderini değiştirir. Kont'un büyük borcunu öde...