Dar evin içinde volta ata ata söyleniyordum
-APTAL MATEJKO, SALAK MATEJKO AYAŞIN BİRİNE EVİNİ AÇINCA NE OLACAĞINI SANIYORDUN, ŞEREFSİZ MAHKEMELİ ONA EVİMİ AÇTIM TEŞEKKÜR OLARAKTA PARAMI ÇALDI!
O kadar fazla bağırıyordum ki komşular sanki deprem oluyor gibi hissetmiş olmalı, elimden geldiğince her yeri yumruklamaya ve sinirimi atmaya çalışıyordum, fazla ses yapmış olmalıyım ki kapı çaldı, kapıda ev sahibi bayan Granenberg vardı
-Sen ne halt ettiğini sanıyorsun Fernandes! Ev zaten yıkıldı yıkılacak, sorumlusu sen mi olmak istersin?
- Üzgünüm bayan Grananberg, sadece sabah yaşanan bir kaç şey tepemin tasını attırdıda
Sanki çırpınan bir balığa bakan bir balıkçı gibi gözünde merhamet ve acıdan yoksunluk vardı, biraz duraksayıp içeri baktı, duvarlarda yumruk ve tekme izleri görünce sinirli bir bakış atarak
- Bunların ne kadar pahalı olduğunun farkındasın dimi? En az 12 sterlin, borcun birikiyor Fernandes, borcun birikiyor.
- Problem değil bayan Grananberg, akşama kadar size parayı getirmiş olurum.
- Akşam mı? öğle arasında kirayı getiriyordun hani, o sıra getirsene.
- Dediğim gibi sabah istenmeyen şeyler yaşandı, paranız bugün içinde elinizde olacak.
- Gelse iyi olur, eğer akşam saat yedi gibi getirmezsen hem o ahmak avukatı hem de seni sokaklara atarım, anlıyorsun değil mi?
- Sorun yok, o para elinize gelecek, iyi günler dilerim, sağlıcakla kalın.
Ben daha hareket bile edemeden kendi evimin kapısını benim yüzüme örttü, toparlanmaya çalıştım, yani akşama kadar 50 dolar bulabilmem lazımdı, ancak her şeyden önce bir kahve içmem lazım, evde kahve kaldığını sanmıyorum ve son param Mahkemelinin cebine gitti, sanırım Bay H'de kahve olması lazım, en iyisi ona bir uğramak hem benle bir şey konuşacaktı, onu da aradan çıkartalım, evden çıktım, anahtarları şamdana bırakıp iki kat yukarıdaki Bay H'nin evine gittim, kapısı açık öylece duruyordu herhalde kendisi markete filan gitmişti, tanıdık olduğu için sorun etmez diyerek eve girdim, evi benimkine benzer şekilde eski ve yıpranmış duruyordu, bir sürü ödül, kazanılan davalar, zamanında Bay H bu şehrin baş yargıcı gibi bir şeydi, kim ne sorun yaşarsa onun kapısına geliyor öyle çözüyordu, ancak asistanlarından biri ona taciz suçlaması yapınca ve elinde pek inandırıcı olmasa da delilde olduğundan Bay H o davayı kaybetti, hatta söylenene göre bu şehirde kaybettiği ilk dava kendi davasıydı, o günden beri adı kötüye çıktı, kimse artık ona uğramıyor yada onunla iş yapmak istemiyordu, ben ödüllere bakarken Bay H yanında eskici ile salona girdi, eskici bu şehirde en azından bu bölgede epey ünlüydü, kendisi eski bir askeri subaydı, askeriyeden emekli olduktan sonra eskiciliğe başlamış, kumar problemleri olduğu söylense de ben onu Mahkemliyle gittiğimiz hiç bir kumarhanede görmedim, herhalde bırakmış olmalı, içeriye girdiklerinde Bay H beni görünce şaşırdı
- Matejko? Sen ne ara girdin içeri?
- Sizi arıyordum Bay H, biraz kahve isteyecektim
- Anlıyorum, gel sana kahveni veriyim daha fazla oyalanma burada
Bay H ile ufak mutfaklarına geçtik, dolapta kahveyi ararken ona eskici ile işinin ne olduğunu sordum
- Efendim, Diego neden burada?
- Uzun mesele Matejko, ödüllerimi satmayı planlıyorum...
- Ödüller mi?! Aklınızı mı kaçırdınız Bay H, onlar sizin için önemli değil mi?
- Aptal mısın Matejko, onlar bana neden yaşadığımı gösteren tek şeyler, sence kıymetli olmama gibi bir şansı var mı ?
- O zaman neden satıyorsunuz?
- Para lazım, bu ayki kiramı ödeyeceğini söyledin ancak iler ki aylarda hayatta kalmak istiyorsam bunu yapmak zorundayım...
Bay H kahveyi alıp bir fincana döndükten sonra yüzünü döndü, tam fincanı uzatacakken
- Seninle neden konuşmak istediğimi biliyor musun Matejko?
- Hayır efendim, durum nedir?
Bay H iç çekerek fincanı bıraktı ve ellerini, ahşap masaya koydu, oturmamı istedi, kendisi de sandalye çekerek anlatmaya başladı
- Annenle konuştum Matejko, memlekete dönmen lazım
- Ne oldu efendim? Bir problem mi var?
- Baban, babanın durumu kötü Matejko, verem hastalığına yakalanmış, ölüm riski var, annen son zamanlarını seninle geçirmek istediğini söyledi
Bunu duyunca tır çarpmış gibi oldum, sanki üzerime dağlar çökmüş gibiydi, babam verem olmuştu ve ben eve bile dönemiyorum
- Ödülleri bir yandan bu yüzden satmak istiyorum, bana yardımının bir karşılığı olarak Matejko
- Çok teşekkür ederim efendim, ancak ödülleri satmanıza razı olamam, sonuçta onlar için çok çaba sarf ettiniz ben bir yolunu bulur dönerim
Bay H elini omzuma attı, boğazını temizledi
- Evlat, babana elime geçen her parayı versem bile borcumu ödeyemem, senin yerine ben bile gitmek isterdim, ancak ben burada yokken büroya bakacak kimsem yok, bu yüzden sen gitmelisin
- Sağ olun efendim, bu yaptığınızı asla unutmayacağım
- Sorun değil evlat, hiç sorun değil
Biz bunları konuşurken Diego içerden Bay H ye seslendi
- Ben kaçıyorum evlat, kendine iyi bak
dedikten sonra salona geçti, bende kahvemi alarak eve geçtim, ancak artık uyanmak için kahveye ihtiyacım yoktu, yeteri kadar uyanmıştım, ceketi giydim, kemerimi sıktım artık dışarı çıkıp bir şekilde para bulmam lazımdı, önce bankaya gittim, ancak ne yazıktır ki borçlarım zaten yeteri kadar birikmişti, sonra gidip Mahkemeliyle sürekli takıldığımız bara gittim, sahibi beni tanıyordu herhalde 50 sterlin borç verir diye düşündüm
- 50 sterlin mi? Üzgünüm Matejko ancak zaten Mahkemelinin buraya fazlasıyla borcu var ve şahsen onu aramakla uğraşamam onun tek yakını sensin senden almak zorundayım
- İnanamazsın ama Mahkemelininde bana borcu var, o şerefsiz sabah paramı çaldı
- Onun gibi biri için fazla iyi bir arkadaşsın Matejko, biraz kendini ve çevrene çeki düzen vermen lazım
- Biliyorum Caff, Biliyorum...
İşin sonunda hem bankaya hem de bara borçlu kalmıştım, borç batağında yüzüyor gibiydim, bir bira alıp oradan çıktım, sokaktaki kaldırıma oturdum ve çenemi elime koyarak parayı nereden bulabileceğimi düşünmeye başladım, o sıra arkasında minik çekeceği ile geçen Diegoyu gördüm, sokaktan çöpleri alıp çekeceğe koyuyordu, o sırada kafamda şimşekler çaktı, evde annemin gönderdiği bir sürü antika eşya vardı, evet benim için anlamları vardı ama annem babamın eski öğrencisinin evden atılmadığını öğrenince mutlu olur herhalde, bir koşa eve gittim, en başta şamdanları satmayı düşündüm ama paranın çok küçük bir kısmı edeceğinden onlara hiç ellemedim, satabileceğim şeyleri düşündüm, televizyon? Çömlekler? Tabaklar? Ancak bunların hiç biri o parayı etmezdi, işin sonunda iki şey arasında kaldım, ya annemin ben gitmeden önce verdiği gümüş saat yada buraya ilk geldiğimde üniversitenin kayıp eşyalar bölümünden çaldığım balerin kutusu, annemin saati tabi ki daha değerli ve kıymetliydi onu satamazdım ancak balerini satmak istemiyorum, bir nevi o balerin bana yaşama sevinci veren tek şey, sabah kalktığımda nefes almamı sağlayan tek şey, kendime bile ait olmayan bir şeye çok anlam yüklüyor gibiydim ancak şu zamanlarda bir şeylere tutunmam lazım ve o tutunacağım şey kesinlikle gümüş bir saat değildi, saati cebime atıp evden çıktım, Diegonun eskicisine doğru yürürken bir yandan yaptığım şeyin ahlaki boyutu ile karşılaşmaya çalışıyordum, eskiciye geldiğimde ortamda hep var olan huzursuz rutubet kokusu beni karşıladı, Diego içeride küflenmiş deri koltukta uyuya kalmıştı, yüzünde eski ve yıpranmış bir gazete ile horluyordu, yüzündeki gazeteyi alıp yere fırlattım, yeni uyandığı için beni tanımamış olacak ki sinirli bir ifade ile söylenmeye başladı
- SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SERSERİ ?! KAVGAMI ARIYORSUN?
- Sakin ol Diego, benim Matejko
- Oh, sen misin Matejko? Kusuruma bakma, gençler buraya gelip benimle eğlenmeye bayılıyor, ne oldu niye geldin?
O bunları anlatırken cebimdeki saati zincirinden tutup Diegoya gösterdim
- Bu kaç para eder Diego ?
Diego saati elimden kapıp atölyesine götürdü, tezgahın önünde ayağımı sallaya sallaya onu beklemeye başladım, zaman daralıyordu, saat yediye yaklaşmakta elim ayağıma dolaşmaktaydı, ancak Diego işini fazla detaylı yapmaktaydı, orada ne yaptığını bile bilmiyorum, ses bile gelmiyor, artık dayanamayacak noktaya geldim
- Lanet olsun Diego bu iş daha sürecek mi!?
- Zaman Matejko, onu beklemek zorundasın öyle değil mi?
- Neyse ne, 60 sterline anlaşalım Diego
Diego bunu duyar duymaz onu görmesem de gözlerinde yıldızlar parladığına eminim, bir acele ile tezgaha geldi, koca burnunu gözlerimin içine sokarak
- 60 STERLİNMİ, SEN DELİRMİŞ OLMALISIN, KABULÜM AL PARAYI
O saatin daha fazla para edeceğinin bende farkındayım, ancak çok yoruldum ve fazla vaktim kalmadı, oradan çıkıp koşa koşa eve gittim, sadece dört dakikam kalmıştı, merdivenlerden başlayınca bir ses duydum
- O ahmak avukatı bu evden atacağım için ne kadar mutlu olduğumu size anlatamam emlakçı bey
Bu bayan Granenberg, Bay H'yi evden atmak için onun katına doğru yürüyordu, koşmaya başladım, altıncı kattaki Bay H için var gücümle koştum, o kadında o kadar kilo ile bu merdivenleri nasıl çıkıyor aklım almıyor, son bir kat kalmıştı ve son bir dakika, tam kapıyı çaldı, Bay H kapıyı açtı
- Buradan gitme vaktiniz geldi avukat Bay He-
- PARANIZI GETİRDİM BAYAN GRANENBERG
Cümlesini bitirmesine izin vermedim, hevesi kursağında kalmış olmalı, arkasına bakınca gözlerinin bana olan şaşkın ve sinirli bakışı anlatılamaz
- VAKİT, VAKTİN GEÇTİ, ARTIK PARANI İSTEMİYORUM EVİMİ BOŞALTIN HEMEN
sonrasında Bay H kalın ve sanki bir zafer kazanmış bir ifade ile
- Yalnız bayan Granenberg, böyle konularda para gecikse bile on beş dakika bekleme hükmü vardır, yani anlayacağınız Matejko parayı getirdi, evi boşaltmıyorum, bayan Granenberg üzerime deprem etkisindeki topukluları ile yürümeye başladı, parayı elimden aldı
- Yakın zamanda senin içinde gelecem, Matejko Fernandes
Merdivenleri tekrardan inmeye başladılar, hatta asansörü yaptırmadığı için kendisine sövdüğünü bile duyduğuma eminim
- Sağ ol Matejko, o yaşlı bunak beni az daha evimden atıyordu daha hazırlanmamıştım bile
- Sıkıntı yok efendim, o kuralda iyi aklınıza geldi
- Kural mı? Hangi kural? On beş dakika mı? onu az önce uydurdum evlat öyle bir kural olup olmadığına emin bile değilim
Günün sonunda annemin saati ve Bay H'nin yalanı hayatımızı kurtarmıştı, tam kendi evime giderken Bay H bir şişe bira uzatmıştı, ancak içecek halim kaldı dersem yalan söylemiş olurum, kibarca reddedip evime yol aldım, şamdanlardan anahtarı aldım kapıyı açtım, doğrusu söylemek gerekirse o gece kapıyı kapattığımdan bile emin değilim, sadece uyumak istiyordum...
İskender kalbimi yedikten sonra içimi son bahar yaprakları ile doldurmaya başladı, yapay bir mutluluk gibiydi, içimdeki derin boşluğu kapatmaya çalışan mutluluk, o havada ince bir nane kokusu aldığıma eminim, belki de biraz tarçın, yavaşça içimdeki ferah ve doğal olmayan ahlak ile huzurlu bir şekilde ölümümü beklemeye razı oldum...