SICAK
Sıcaktı. Her şey eriyor gibiydi ve dünyam buğuların arkasına gizlenmişti. Bir zamanlar sert olan zemin her adımımda daha çok çamurlaşıyordu. Gidiyordum, gitmek istiyordum ama bir yön yoktu. Aradığım şey soğuktu ve yakında bulamazsam erimeye başlayacaktım. Ateşimin yükseldiğini ve derimin yandığını hissediyordum. Görüşüm azalırken soluduğum hava burnumu, akciğerlerimi yakıyordu. Koşmak istedim çılgınca, bir yerlerde klimalı bir bina olmalıydı ama benim titremeye bile halim yoktu. Ayaklarım çamurun bir parçası olmuştu ve yere düşüyordum. Beynimin sıcaktan uyuşmuş olması bile acımı azaltmamıştı.
Sıcaktı. Uyandım. Saat henüz akşam olmadığını gösteriyordu ama tekrar uyuyamazdım. Yastığım ve yatağım ter içinde kaybolmuştu. Her tarafıma yapışan ıslaklıktan kurtulmak için hızla doğruldum. Enerji sorunu aşılamayacak gibi görünüyordu, klimanın yorgun nefesi gittikçe daha erken tükeniyordu. Kaybettiğim terin yerini doldurmak ve biraz olsun serinlemek için günlük su hakkımın beşte birini tek seferde içtim. Besinlerimi almak için erkendi, programı bozamazdım. Hava duşunun altına girip terden arındım. Oturup zamanın geçmesini bekledim, uyuyor olmam gerekiyordu. Rüyamı hatırlamaya çalıştım ama tek bildiğim kötü olduğuydu. Boşluğa baktım uzun uzun... Beynim dinleniyor, zaman geçiyordu.
Sıcaktı. Besinlerimi aldım. Normal saatte uyansam hava duşunda geçireceğim zaman bana kalmıştı. Çıkma vakti yaklaştığı için klima kendiliğinden kapanmaya başlamıştı. Külotumu hazırladım ama giymek istemedim. Bu sıcakta derisi bile fazla geliyordu insana. Hepsini çıkarmak istiyordum: derimi, yağ dokusunu, kasları. Serinlemek istiyordum. Hareketsizken bile yavaş yavaş terlediğimi hissediyordum. Hareket edecek halim yoktu, terlemeler ve yetersiz beslenmeden zayıf kalmış bedenimi artık taşıyamıyordum. Kafa derimden akan terler gözlerime doluyor ve görüşümü bozuyordu. Çıkma vaktinin gelip kapıların açılması için sabırsızlanıyordum. Bu şekilde devam etmek mümkün değildi.
Sıcaktı. Yola çıkma zamanına iki dakika kalmıştı ki klima hiçbir işe yaramaz oldu. Külotumu giyip kapıya yaklaştım. Kendimi dışarı atmak için sabırsızlanıyordum. Umarım soğuk bir gece olurdu.
Sıcaktı ve giderek ısınıyordu.
X
Kapının açılmasıyla birlikte bir sıcak hava dalgası çarptı yüzüme sertçe. Umutlarım erimiş, tüm enerjim şimdiden tükenmişti. Yaşam üst üste gelen düş kırıklıklarından oluşan şekilsiz bir yığına dönüşüyordu hızla. Beni bekleyen çoraklığa adımımı attım, biraz daha düşünürsem gerisin geri odama kapanacaktım. Her gece yürüdüğüm yollardan yürüyerek her gece gittiğim hizmet odasına gitmek için beynimin çalışması bile gerekmiyordu ama sıcağın tek başına yeterince yorduğu bedenim her adımı zorlukla atıyordu. Ayak bileklerim üstlerine binen yükten sızlıyordu. Dik tutmaya gücüm yetmeyen başım öne eğik biçimde duruyor, adımladığım yola yeni bir şey görme ihtimali varmışçasına bakıyordu. Tek gördüğüm şey ise rüzgarsız havada sadece adımlarımın etkisiyle yer değiştiren gri-kahverengi topraksı kum yığını üzerinde sağ-sol, sağ-sol işleyen, makineleşmiş ayaklarımdı.
Ebedi bir kıvranma ile varlığını sürdürmeye çabalamaktan ibaretti hayat. Her gece aynı acılar, aynı yorgunluklar. Doğmuştum, bekliyordum, ölecektim. Bitiş çizgisi yüzüme çarpmadan önce ne kadar zaman geçeceği hakkında bir fikrim yoktu, başlangıç çizgisinin ne kadar geride kaldığına dair de. Belirsizlikten gelmiş belirsizliğe gidiyordum. Hiçbir şey bana ait değildi veya var olan tek şey bendim.
Tek bir gökyüzü için çok fazla karanlık vardı.
Hizmet odama girdim yine tam vaktinde. Besin hazırlayan makineleri gözlemliyordum. Bir hata olursa fark etmek ve düzeltmekle yükümlüydüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Devriyesi
Science FictionGeleceğin dünyasında, güneşten ve açık havadan korkarak iş ve ev arasında geçen bilgisiz bir hayat, ufak bir krizin ardından bir aydınlanma yolculuğuna dönüşür.