Gerçek dünyadan kaçmak için kitaplara sığınanlara...
-Bade! ne halt yiyorsun sen yine?
-Sadece yurdumuzdaki kütüphaneye gidecektim.
-Senin böyle yurtlarda gezme hakkın yok seni burada tuttuğumuz için şükür et.
Yurttaki temizlikçi bile eski bir prenses olan benle böyle konuşuyor. Tabii ki sebebini biliyorum, kendimi oyalıyorum sadece... Hepsi o lanet soyadım yüzünden! Soy adım "Parlar" onda bir sıkıntı yok tabii. Tüm sorun bu soyadını kimlerin taşıdığı.Babam Hakan Parlar, adı deliye çıkmış, onlarca çocuk öldürmüş, psikopat bir katil. Bunun nedeni çocukların içinde "cin" gibi bir sürü insan dışı varlığın bulunduğunu zannettiği içindi. Babam ülkemizin kralıydı. Bu yüzden tüm halk onu iyileştirmeye çalışıyordu. Benim ise babam için yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Söylediğim gibi onlarca çocuğu bu sebepten öldürdüğü için idam edildi. Kardeşim Marcus Jensun, asla kimliğini kimseye göstermemişti. Yüzünü sadece ailemiz biliyordu. Ailemiz derken ben,babam ve kendisi. Aslında onun yüzünü hatırlamıyordum bile.
Babam idam edilmeden önce kendini saklamaya çalışırdı ondan önce annemi öldürdüler. Hemde gözümün önünde! Gelen silah ve kılıç sesleri bende panik atak oluşturmuştu. Annemden akan kanları da görünce nefret ettim o al rengi sıvıdan. Korkudan saklandığım için beni bulamamışlardı. O olan biteni görünce küçük yaşıma rağmen içimden "Keşke benimde öldürselerdi..." Diyerek geçirdim. Babam ben çocukken beni öldürmeye, karnlığa boğmaya çalışmıştı. "O hayatımda gördüğüm en kötü adamdı..."
Çeşitli ülkelerden gelen bazı kişilerin bulunduğu pek de ünlü olmayan bir yurtta yaşıyorum şuan.(Buna yaşamak denirse tabii.) Fakat abim Marcus yıllar önce bu yurttan ayrılmış ve ortalıktan kaybolmuştu. Burda kimse bana insan gibi davranmaz hizmetçiymişim gibi davranır aslında hamam böceği de olabilir. Herkes benden korkar ve kimse yanıma yaklaşmaz. Babam yüzünden kimse beni sevmezdi.
Tabii güzel kıyafetim falan yok hepsini yaktılar. Sadece önceden kalma birkaç güzel kıyafetim birde bana burda verilen iğrenç kıyafetlerim var. Beni yurttan çıkaramıyorlar çünkü kalacağım başka bir yerim yok. Zaten dediğim gibi bana hamam böceği muamelesi yapıldığı için kıskançlık olayları gibi sıkıntılar çıkmıyor.
Odamdan çıkmam yasak ve artık her geçen gün duvarlar daralıyormuş gibi hissediyorum. Yanlızlıktan duvarlarla konuşuyorum. Ancak duvarlar: "Sen ölmek için, acı çekmek için, suçsuz yere nefret edilmek için doğmuşsun. Diyor bana. Duvarların sizi sevmediği dünyada kim sevsin ki sizi. Kendini kanıtlamaya çalıştığın dünyada kim inansın ki sana.
Sadece gün aşırı yanıma gelen ilaç ve yiyeceklerimi getiren, saçı topuz şeklinde; yakaları beyaz dantel işlemeleri, diz kapaklarına kadar uzanan siyah elbiseli, küçük beyaz topuklu ayakkabılı, kaşları çatık, gözleri kısık ve sınırlı görevlilerin yüzlerini hatırlıyorum. Sadece! Bana karşı kalp kırıcı bir şekilde doldurumuşlardı. Büyük ihtimalle bunun nedeni o klişe sözcükler kullanan, geri kafalı, kaba adamdı. Yani buranın kurucusuydu. Birden aklıma bir yüz geldi. Kafam karıştı, sanki yanımda biri varmış ve beni duymaması gerekiyormuş gibi bükülerek parmak ucumda, usul; yavaş ve minnacık adımlar atarak yatağıma oturdum. Hatırladığım bir yüz vardı. Hemde küçük bir kız yüzü. Evet evet! Küçük bir kız...
14 yıl önce
7 yaşındaydım. Sadece 7 yaşındaydım babam dediğim kişinin bana kabustan beter o günü yaşattığı zaman...
Babam içimde cin olduğunu iddia ettiği gün. Beni öldürmeye çalışıyordu. Doğru düşünüyorsunuz, bir evdeydik. Ve baba küçük kızına bıçak sallıyordu. Ben yere oturmuş , ona bakarak, ellerim ve ayaklarımla kendimi geri itmeye çalışıyordum. O ise suratında hiç bir mimik barındırmadan üzerime yürüyordu. Annem, babamı durdurmaya çalıştığı sırada en sevdiğim oyuncağım yere düşmüştü. Babam üstüne basarak onu öldürmüştü! Gözümden bir kaç damla, hacmini bozmadan; dalgalanarak çeneme akıp, boğazımla kavuşuyordu. İçimde oluşan ağlama hissini durdurmak, yok etmek istedim. Eğer ağlarsam babam annemi bırakıp beni gerçekten öldürebilirdi. Zaten ölsem daha az acı çekerdim. Annem ve babamı izlerken, annem kavgayı bırakıp çaktırmadan bana "Kaç!" Dercesine baktı. Elime oyuncağımın parçalarını yerleştirdim. Hiç bir parçası yaşamıyordu fakat her bir parçasında yaşadığım anıları yaşıyordu. Son kez anneme bakarak "Emin misin?" Der gibi bir bakış attım. Çünkü hemen o anda bile babam annemi karanlığa gömebilirdi. Sonra arkama bakmadan minik bacaklarımla koşabildiğim kadar hızlı koşmaya çalıştım. Ağaçların içine karıştığı da eski aile dostumuzun kızı Eliza'yı gördüm. O benim en iyi arkadaşımdı. O esnada babamı bulmak için görevlendirilen askerler, ellerinde tüfekle yanımıza yaklaştılar. Resmen bana acı çektirmek için Arkadaşımı boynunu sıkarak yukarı kaldırıp, ağlına tüfeğin ucunu yerleştirdiler. Eliza ise ölümden bir kaç saniye önce dolmuş gözlerle bana baktı. "Seni unutmayacağım Violet" Eliza'yı gözümün önünde boğmadan önce elimdeki kırık oyuncak parçalarına baktı. Oradaki bir kişi elimdeki oyuncak parçalarına bakarak "Oyuncağının kırılmasına alışmalısın minik prenses" Hafif sırıtarak bana baktı fakat gözleri yaşlıydı. Yaptığı işten memnun olduğunu sanmıyorum. Ve devam etti. "İleride kalbin bile kırılıcak" öldürme sırası bana gelmeden olabildiğimce koşmaya başladım. Bu bir oyun gibiydi: Kaçamazsan ölürsün. Kaldığımız evin kapısından girince yavaşladım. İçeriden bağırma sesleri geliyordu. Kulak kabartarak, pür dikkatle içeriye doğru usulca yürüdüm. İçeri girdiğimde gördüklerimin karşısında hemen saklandım. Babam kaçmıştı ve 3 metre kadar bir mesafede annemin ensesine silah dayamışlardı. Annemin güzel gözleri son kez heykellerin arkasında saklanan beni buldu. Bana son kez gülümseyemeden silah sesleri patlamıştı. 1-2 saniye sonra yere yığılı vermişti. Gördüklerimin karşısında dona kalmıştım. Ağlamıyordum daha doğrusu ağlayamıyordum. Gözlerim annemin gözlerine kenetlenmişti. Tüm vücudum karıncalanıyor ve uyuşuyordu. Annemin zaten birazdan öleceğini bilen acımasız askerler babamı aramaya koyulmuştu. Onlar gittikten sonra annemin saçını okşadım ve kokusunu son kez içime çektim. Onun kokusu içimde kelebekler oluşturuyordu. Bana "K-kızım" dedikten sonra yüzüme doğru son nefesini verdi. Bu-bunların H-hepsi babamın yüzündendi zaten ölecekti hak ediyordu da. Fakat kaçtığı için hem Eliza hemde annem ölmüştü eğer kaçmasaydı sadece kendisi ölecekti. O küçük yaşıma rağmen içimden "Keşke beni de öldürselerdi..." Diye geçirdim.
Sinsice askerleri takip ettim. Fakat ben onlara doğru koşarken onlar bana doğru geliyordu. Babamı bağlamış bir arabaya götürüyorlardı. O günün idam günü olduğunu anlamıştım... O gün tüm ailemin öldügü gündü. Babam diri diri yakıldı... Annem gözümün önünde öldü... Lanet olası ben! Onları yanlız bırakmamalıydım aptal ben! Sadece bir günlüğüne yurtta kalmamış değişiklik olsun diye onların yanında kalmıştım. Ve bunlar oldu! Önce babam üstüme yürüdü oyuncağım kırıldı. Kaçtım. En iyi arkadaşım öldü. Geri geldim. Annem gözümün önünde öldü. Sonra babam idam edildi. Daha ne olsun!... O gün ilk defa gözüm karardı,titredim, başım döndü, karnım acıdı, vücudum uyuştu, kalbim çok hızlı attı, haykırdı adeta. Panik atak geçirdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suç Aşkı
FantasyOnun mükemmel olması önemli değildir. Çünkü mükemmeli değil, onu istersin...