1: the sun is gone but i have the light

4 0 0
                                    

roseanne'in kapısına alacaklı gibi vurmaya devam ederken dersin çoktan başladığını biliyordum. akşamdan kalma arkadaşım hala uyanamamış üstüne üstlük benim de geç kalmamı sağlamıştı. üst katımda oturduğu için onsuz okula gidemezdim, hiçbir zaman gitmemiştim. altı yaşında amerikaya ilk taşındığımızda okulda yanımda oturan, bana ingilizceyi öğreten ve zorbalarıma ağızlarının payını veren oydu. hakkımda her şeyi bilen tek kişi de oydu.

en sonunda yaslandığım kapı hızlıca açıldı, ben dengemi korumayı başardım ama silkelenmeme bile şzin vermeden kolumdan tutup beni merdivenlere doğru sürükleyen bir arkadaşa sahiptim. koşmaktan nasıl geçtiğini anlamadığım on dakikanın ardından okula girdiğimizde ilk fark ettiğimiz bahçedeki kalabalıktı.

zaten derse geç kaldığımızı düşünerek kalabalığa doğru yaklaştık ve hoseok'un yakasını tutan namjoon'u görmemizle ikimiz de soluğumuzu düzenleyemeden atılıp büyük oğlanı uzaklaştırdık. hoseok genelde hiçbir şeyi kafaya takmazdı... ne bileyim yani her şeyi dalgaya alırdı ve bu durum da sürekli birilerinden dayak yemesine neden olabiliyordu. namjoon'un arkasında, yerde oturan jungkookla gözgöze geldim ve neden durdurmak için bir şey yapmadığını anlamaya çalıştım. o da eğleniyordu tabi, başka ne olacaktı.

hoseok roseanne'in sweatshirti kanayan burnuna bastırılırken gülüyordu. kıza ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu sanırım ama hiç birimiz de olayı çözemiyorduk. namjoon'a döndüm ve "ne oluyor?" diye sordum. alayla yumruğunu sıkıp gevşetti, "canın arkadaşın kana susamış." diye cevap verdi. göz devirdim, ondan cevap beklemek çok saçmaydı zaten.

etraftakiler bizim uzaklaşmamızla yavaş yavaş dağılırken okulun içine girip revire doğru yürüdük. giderken roseanne hoseok'u azarlıyor, hoseok da hala sarkastik ses tonuyla namjoon'u bu kadar kolay sinirlendirmenin ne kadar eğlenceli olduğundan bahsediyordu. saçını çekiştirip "bir gün yerinden kalkamayacak gibi dövüldüğünde de gülersin böyle." dedim. en büyüğümüz oydu ama hala çocuk gibi eğlence peşindeydi.

revire girdiğimizde roseanne önce kendisi için bir ağrı kesici aramaya başladı. bulduğu ilacı önce bana gösterdi, benim normalde ona verdiğimle aynı olduğunu söyleyince de hemşire dolabındaki sulardan birini aşırıp ilacı içti. o sırada hoseok'un pansumanını yapmaya başlamıştım, yandıkça onunla birlikte iç çektiğimi fark edince ikimiz de güldük. ilk ders saati böylece bitti. yoongi gelip hoseok'u revirden aldığınca rose sedyelerden birine yatıp uyuklamaya başladı.

kapıyı yavaşça kapatıp çıktığımda jeon jungkook tam karşımdayı, okulun bu kısmında çoğu zaman kimse olmazdı. klüp odaları ve revir vardı sadece, klüp etkinlikleri de okul çıkışında yapıldığı için açık kapı bile bulmak zordu. normalde gün içinde yüzüme bile bakmayan çocuğun neden burada olduğunu merak ettiğim için gözlerim büyüdü. elimi tutup beni koridorun sonuna doğru çekiştirdiğindeyse hiç karşı çıkmadım.

cebinden resim klübünün anahtarını çıkarttı ve hızlıca kapıyı açıp beni içeri ittirdi, arkamdan da kendisi girdi. kapıyı kapatıp tekrar kilitlediğinde hala anlam veremiyordum. ağzımı açar açmaz önce o konuşmaya başladı. "sana ihtiyacım var." diye başladı. kaşlarım çatılırken, "biliyorum," dedi. "garip bir durum ama bu seferlik... sadece bu seferlik birkaç saatini bana ayırıp yanımda olur musun?"

hafifçe güldüm ama bu gülüş tatlı ya da sevecen olmaktan çok uzaktı. çünkü istese her an yanında olabilirdim. demek ki her gece yarım saatin yetmediği tek kişi ben değildim. cevap vermedim, dağılmış saçlarını düzelttim ve ona ait olduğuna emin olduğum, daha kurumamış tablonun önüne oturup tanımdaki boyalarla oynamaya başladım. o da ysnıma oturduğunda kıkırdadı, önüme küçük bir tuval bırakıp oynayabileceğimi söyledi. çocuğunu işe getirme gününde gibi hissetmem normal miydi?

dudaklarımı büzüp yüzüne baktım ve "ben tuvalden çok duvar boyamakta iyiyim ama." diye mırıldandım. gülümsedi, "onu da yaparız." dedi. bugün jungkook'a ne olduğuna anlam veremiyordum. birbirimizi görünce hiç tanımıyormuşuz gibi davranırdık, bazen arkadaşlarımız kavga ettiğibde düşman bile olurduk ama benimle arasında olan şeyi kimsenin bilmemesini isteyen birine göre fazla cesaretliydi. şaşırdığımı fark ettiğinde önüne geri dönüp etrafı toparlamaya başladı. ben de beceremeyeceğini bilsem de tuvali boyamaya çalıştım.

...

"burada sigara içmenin sıkıntı olmayacağına emin misin?" diye sordum canım kenarındaki koltukta oturan çocuğa. "korkma theo." dedi o da. "baksana saatlerdir buradayız, kapının önünde ayak sesi bile duydun mı?" doğru, duymamıştım. rahatlamaya karar verip çantamın içindeki paketi çıkartıp ben de yanına kuruldum. avucunda döndürdüğü çakmakla sigaramı yaktığında koltukta ayaklarımı kendime doğru çektim ve boyalı parmaklarımla sigarama baktım. jungkook baktığımı fark edince ona da güzel gelmiş olacak ki elimin fotoğrafını çekti.

sigaralarımız bitmek üzereyken"ee," dedim. "beni neden burada tuttuğunu anlatmayacak mısın? bence bilmeye hakkım var." derin bir iç çekti, koltuğun kolçağında oturduğu için benden daha yüksekteydi, kafam karnına geliyordu. saçlarımda oynamaya başlamadan hemen önce konuştu. "biliyorsun işte, kore'ye geri dönme mevzuları." kafamı hemen yukarı kaldırıp gözlerimi kırpıştırdığımda gülümsedi. "babamla kavga ettik." dedi gündelik bir şeyi anlatır gibi.

"gelmezsem burada kalacak hiçbir yerim olmadığını, harçlığımı keseceğini söyledi. kore'de eğitim daha iyiymiş, kendi milletimden arkadaşlar edinmeliymişim falan. ben de güldüm, üstüne de dayak yedim." bunları gülerek anlatıyordu ama sonraki söyleyeceği şey için sesi kesildi. "her gece kiminleymişim, abim gibi kendimi mi siktiriyormuşum."

burukça gülümsedi, saçlarımla oynamaya devam ederken "seni istemiyor değilim theo." diye fısıldadı. "incineceksin." dedi sonra. "hem de şimdikinden daha da fazla ama yine de yetmiyor, her zaman yanımda olmasını istediğim kişi sensin. keşke sen istemeseydin, hiçbir şey yapamamak daha da kötü."

koltukta dizlerimin üstğnde yükseldim ve "gitmediğin sürece bir şekilde halledeceğiz, tamam mı?" dedim yüzünü avuçlarımın içine alırken. bana açık açık ilk kez yanımda olmak istediğini söyleyişiydi. "sürekli birbirinde kalan arkadaşlar oluruz" dedim ve güldüm. ben gülünce o da güldü. şakağına dudaklarımı bastırıp saçını okşadım.

"dürüst olduğun için teşekkür ederim." diye mırıldandım kapı kolunun zorlanmasından bir dakika önce.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 08 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

sex, deugs, etc. taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin