Lahza

663 47 92
                                    

Selamün hello✨

Bu kitapta yazılan bütün olaylar şahsıma ait kurgulardan ibarettir ve hayal ürünüdür.

Linçleyecekseniz: Yallah başka kapıya.

Uyarılar: yok

Yeni bölüm sınırı: 20 yorum  10 oy

-----------------------------------------------------------------

"Paydos!"

Provanın bitimini haber eden sesi duyunca elindeki kılıcı masaya bıraktı Faruk. Yeni bölüm öncesi hazırlıklar tam gaz devam ederken ellerinden gelenin en iyisini yapmaya odaklanmışlardı. Şimdi ise çekimler bitmiş, üstlerini değiştirme vakti gelmişti.

Alnında biriken teri sildi hızla. Bu sıcakta bu kisve, bu zırh... Çekilir gibi değildi. Nefesi daralmış, teni kızarmıştı.

Karavanına giderken bakışları istemsizce etrafta dolanıyordu, onu görmek için...

Aradığını uzakta buldu kömür gözleri.

Belgin, sezonun başından beri giydiği mavi kaftanı ve başlığıyla, eteklerini yerde sürünmesin diye yukarı çekerek hızlı adımlarla yürüyordu.

Sıcak onu da etkilemişti. Bembeyaz teninde allaşmış yanaklarının parlaklığı göze çarpıyordu. Rol icabı ağlamaktan şişmiş güzel gözleri sıcaktan sulanmıştı yine.

Karavanına doğru adeta kaçıyordu. Kapıya varanda elini başına atıp bunaltıcı başlığı tek hamlede çıkardı ve örüklerin içine hapsolmuş kahve saçları açığa çıktı.

O, karavanına girip kapıyı kapatırken Faruk hala onu izlediğinden habersizdi. Kapısı kapanıp görüntüsü yok olunca irkilip duruşunu dikleştirdi, boğazını temizledi.

Kendi karavanına girip kapıyı kapattığında kalbinin göğsünde şiştiğini hissedebiliyordu. Zırhı bir hışımla çıkartıp masaya bıraktı ve üstünü değiştirdi.
Haki yeşili tişörtünü başından geçirip makyaj masasının önündeki sandalyeye oturdu. Ensesini sandalyenin arkasına yasladı ve gözlerini tavana dikti.

İnsan beyninin hiçbir şey düşünmemesi mümkün değildir diye okumuştu bir kitapta.

Haklıydı, düşünmek istemese bile düşünüyordu.

Bir çift ceylan gözü, kar beyazı teni, kara ırmaklar gibi akan saçları, pembe dudakları, narin bakışları, şen kahkahaları...

Faruk onu düşünüyordu.

İstemsizce, farkında olmadan, çaba göstermeden, hiçbir bıkkınlık ya da sıkılma belirtisi hissetmeden düşünüyordu onu.

Öyle saf, öyle temiz.

Eli kalbine gitti bir an. Parmaklarının altında onun adıyla çırpınan, adeta titreyen et parçasını hissetti. Onu her düşündüğünde kalbi şişiyordu sanki.

Evet, kalbi şişiyordu. Şefkatle, sevgiyle, tutkuyla dolup taşıyor, adeta göğüs kafesini zorluyordu.

Onu her an düşünmek istiyordu. Her zaman yanında olsun, her zaman gülsün, sürekli çocukça bir hevesle, hafif şımarık tavırlarla bir şeyler anlatsın istiyordu.

Faruk, Belgin'i arzuluyordu.

Ciğerlerini temiz havayla doldurup gözlerini kapattı. Bir gülümseme peyda oldu, dudaklarının kenarında.

Gözünü her kapattığında karanlığın içinde onun silüeti beliriyordu. Karanlığı aydınlatıyor, Faruk'u derin uykulara sürüklüyordu.

Gerçi hoş, açık gözleri de onu gördüğünde görüntüsünde dalıp giderdi ya, ayakta uyuturdu onu.

Kaç vakit durdu orada, Ay Tenli Kadın'ı kaç vakit düşündü, bilinmez. Ama karavanının kapısı tıklatılıp içeri giren menajer eve dönüş vakti olduğunu söylediğinde bir hayli geç olduğunu anlamıştı.

Sırtında çantası, elinde kulaklığıyla çıktı karavandan. Çoğu kişi toparlanmış, vedalaşıyordu. Güneş batmak üzereydi, etraf kararmıştı.

Gözlerini Belgin'in karavanına çevirdi. Kapısı kapalıydı, ışığı yanıyordu.

Günlük hayatımda kendisi ile yeterince çelişkiye düşen bir insandı Faruk. Ama Ay tenlisine gönlü düştüğünden beridir çelişkinin âlâsını yaşardı. Her hareketini üç kere düşünür, bazen dördüncüde cayar olmuştu.

Şimdi de çelişiyordu kendisiyle.

Gitse miydi yanına? Belki rahatsız olurdu. Belki başkası vardı yanında. Ya konuşmak istemiyorsa?

Stresten tırnaklarını kulaklığın bağlantı yerine batırırken yutkundu. Karar vermişti, gidecekti.

Karavanının kapısını nazikçe tıklattı. İçeriden ses gelmemişti. Belki de uyuya kalmıştır? Eğer öyleyse uyandırmak zorundaydı, eve gitmesi lazım gelirdi.

Kapıyı ses çıkartmamaya özen göstererek açtı, sanki birazdan kendisi uyandırmayacakmış gibi.

Belgin, sandalyesinde oturmuş, kollarını masanın üstünde birleştirip başını da ortaya konumlandırmıştı. Saçları örgüden yeni kurtarıldığı için kıvır kıvırdı. Birkaç bukle yüzüne düşmüş, gözlerini gölgelemişti.

Faruk sessiz adımlarla girdi karavana. Belgin'i öyle görünce yüzüne bir gülümseme yerleşti. Birkaç saniye sessizce izledi onu.

Karavanın kapısını dikkatlice kapatıp çantasını omzundan indirdi ve kulaklığıyla beraber masanın diğer ucuna koydu.

Kollarını masaya yaslayıp hafifçe eğildi ve yakından izledi beyaz yüzüne renk veren al yanaklarını. Gözüne gelen bukleleri görünce çatıldı kaşları. Ne hakla onun manzarasını kapatıyorlardı!

Elini uzatıp yüzünün üzerinde tuttu ve bir tüy kadar hafif dokunuşlarla saçlarını geriye attı. Ok gibi kirpikleri çıkmıştı ortaya.

Makyajını sildiği için göz altındaki hafif koyu hareler görülür olmuştu. Zaten sadece çok yakından bakılırsa kusur bulunabilirdi bu peri kızında. Oysaki kusurları bile kusursuzdu onun.

Mükemmeldi işte. Kupa kızıydı o.

Faruk elini kızın saçlarının arasında, gözlerini ise yüzünde dinlendirdi biraz. Sonra yüzünü yüzüne eğdi. Uyandırması lazımdı. Saatlerce izlerdi elinde olsa. Ama elinde değildi işte.

Kulağına yaklaşıp dudaklarını araladı ve kalbine kazıdığı ismi fısıltıyla zikretti,

"Belgin..."

"Hı..."

Kız sadece yaşam belirtisi denebilecek bir mırıltı çıkarttı adını duyunca. Kirpikleri hafifçe titreşti ama gözleri aralanmadı. Dili dudaklarının arasında gezinip hafifçe ıslattı onları, bu haliyle kedilere benziyordu. Uyuklayan bir yavru kediye.

Faruk gülümsemesi genişlerken bir elini sandalyeye koydu. İyice eğildi kızın yüzüne. Sıcak havaya rağmen saçından yayılan çiçek kokuları yüzüne vuruyor, nefesini ferahlatıyordu.

Lavanta... Diye geçirdi içinden. Ay tenlisinin rahatlamak için boynuna ve bileklerine Lavanta yağı sürdüğünü biliyordu ama ilk defa kokusu bu kadar yakındı ona. İlk defa çiçek bahçesinin kapıları aralanmıştı gönlüne.

Gözleri mayışmaktan kapandı, görüşü bulanıklaştı. Demiştim ya, ayakta uyuturdu onu.

Belgin uykusunda hafifçe kıpırdanıp kafasını oynattı ve ne olduysa o an oldu.

Lahza; zamanın bölünmesi mümkün dahi olmayan, kısacık parçası demektir.

O an ömrünün ilk Lahza'sını yaşadı Faruk.

Belgin'in bir içimlik su misali teni, onun susuzluktan kurumuş dudaklarına değdi.

Alternatif FarBel hikayeleri 🌹✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin