hangisi bizim melodimiz

9 1 4
                                    

Yanan tabloların tınısı

      Hak etmedikleri sevgide boğulup yaşayanlar

      Hak etmedikleri nefrette boğulup yaşayamayanlar

      Hiçbir şeyi hak etmediğini düşünüp kendi yaşamını bitirerek geleceği yaşatmaya çalışanlar

Bu dünyadaki tüm insanları ayrıştırmak isteseydim böyle ayrıştırır kendimi de 3.satıra koyardım özür dilemeli miyim senden? Yoksa kendi geleceklerini bile düşünmeden bencilce insanlarla birlik olduğun için nefret mi etmeliyim?

imparatorluğun ruhunun ateşi arşıdük Park seonghwa bu ünvan ona imparator tarafından verilmişti seonghwa'nın savaş alanındaki dehasıyla imparatorluk kurtulmuş hatta nerdeyse yeniden kurulmuştu ama tarihe gizemli ölümüyle geçmişti. seonghwa dul bir kontestin tek oğluydu ve bu yüzden 15 yıl önceki savaşa o zamanlar 13 yaşında hastalıklı zayıf bir bedeni olmasına rağmen katılmak zorunda kalmıştı, savaş başka bir imparatorlukla değildi bilhassa imparatorluğum içindeki devrimcelerleydi  o kadar yapılı örgütlenmişlerdiki imparatorluk tarihinde böyle başka bir orduyla savaşmamıştı . seonghwa'nın nasıl bu karşıdaki güçlü orduyu o yaşına ve zayıf hastalıklı bedenine rağmen yendiği veyahut o yaşıyla komutanlarına nasıl söz geçirdiğini sosyetede kimse bilmezdi seonghwa'nın özel durumu o ve kralın arasında olan bir durumdu ama asıl durumu ve daha fazlasını  onun kimse tarafından tanınmayan aşkı tarafından bilinirdi başkakda kimse bilemezdi bilemeyecekti  ne de olsa o artık yoktu kendi ateşiyle önce kendini sonra ise tüm imparatorluğu yakmıştı anıları ise kıyıda köşede kalmış eski bir dükkanın içinde tablolarda saklıydı,onun sevdiği bu dünyada saydığı tek adam tarafından resmedilmiş yağlı boyayla atılmış o fırça darbelerinde o fırça darbalerinin izinde o dükkanın tozlanmış, kurumuş boyalarında saklıydı taki onların üzerine yangının kıvılcımları düşesiye kadar.

     

 

    imparatorluktaki tüm devrimcilerin kökleri kazınalı nerdeyse 10 yıl olmuştu, savaş 5 yıl sürmüş ama didik didik her yer aranıp devrimcilerle en ufak ilgisi olanların idamı,hükmü,cezası derken 10 yıl geçmişti seonghwa şuanda 28 yaşındaydı ve dük unvanını aldığı savaştan sonraki balosu hariç ilk balosundaydı, sarayda yapıldığından alan epeyce genişti görkemli kırmızı halısı serilmiş merdivenler harici her yer insanlarla doluydu herkes soyluluğun hala onlarda olduğunu diğer ülkeden gelen soylulara göstermek istermişçesine mücevherlerini takınmıştı genç leydilerde kulaklarına küpe boyunlarına kolye ile yer edinmiş, biraz yaş almış leydilerde ve çogunlukla artık evlenmiş leydilerde ise elbiselerine ve yüzüklerine konuktu erkeklerde ise kesim fark etmeksizin ceketlerine konuktu herkes imparatorluk ailesinin geleceği merdivenin eteklerinde birbirleriyle sosyalleşirken geniş parlak zeminlere yukarıda görkemle asılmış avizelerin ışıkları yerlerede o insanların gölgeleriyle dans ederken ortam bir fotografı çekilse süslü ve neşeli ortamı yansıtır lakin o dönemin ressamları tarafından resmedilse ortaya dehşet çıkacak bir ortamdı ve şuanda ise bu dehşetin tek eksiği arşıdük seonghwaydı insanlar imparatorluk ailesinden ziyade onu beklemekteydi o kimisinin gözünde tanrı tarafından gönderilmiş kutsal ve tapılması gereken biriydi kimi tarafından büyüsü altına girdikleri bir şeytandı türlü türlü genel görüşler vardı.

    seonghwa salona ayak basar basmaz ortamı bir sessizlik kaplamıştı tüm gözler ise seonghwa'ya dönmüştü bu balo tarihteki en kalabalık balolardan biri olabilirdi sonuç olarak imparatorluğun küllerinden net bir şekilde doğuşunu kutluyolardı soylular ve soylular tarafından davet edilmiş ün salmış sanatçılar kah keman çalışıyla ünlenen kah mücevher işçiliği ile ünlenen kah sanatıyla ünlenen, azınlıkta olsa bir çok sanat dalıyla uğraşan insanlar vardı ama bu kadar türden insanın ise hepsi aynı şeyi düşünmekteydi "şeytan veya tanrı o gerçekten tehlikeli ve yakışıklı" seonghwa'nın saçları ne uzun ne kısaydı ensesinden bakıldıgında kısa ama yüzüne önden bakıldığında kahkülleri kipriklerine dokunmaktaydı ve yanlara dğru dahada uzamaktaydı ama bu gece öndeki uzun saçlarını geriye doru yatırmayı tercih etmiş gibi gözüküyordu ki yinede alnından bir kaç tutamı kendini salmıştı,namına yakışır bir şekilde kırmızılar içindeydi siyah kumaşından yapılmış takımının içine bordo gömleği siyah ama kırmızı yansımaları olan kravatı gömleğinin üstüne giydiği korsenin altında kalıyordu, takımının ceketi oldukça uzundu dügmelerle önünü iliklese elbise gibi duracaktı bu uzun ceketinin gögüs kısımlarında kırmızı mücevherler altın zincirlerle tutturulmuştu onun düz siyah bir kumaş pantolonu vardı ayakkabı olarak ise botu tercih etmişti(o dönemde korseyi gösterecek şekilde giyme işini herhangi bir prensees veya düşes değil seonghwa moda haline getirmişti her ne kadar bu dönemin görüşlerine ters olsada seonghwa'ya kim bir şey demeye cesaret edebilirdi ki) herkes seonghwa'yı izlemeye dalmışken odaya imparatorluk ailesinin geldiğinin duyurulmasıyla zoraki olarak gözler seonghwa'dan çekilmişti seonghwa artık rahat bir nefes alabilirdi.

    İmparatorluk ailesi seonghwa'yı ilgilendirmiyodu seonghwa soylu her kesime kendiside dahil olmak üzere nefret besliyordu nedenini ise kendisi bile bilmiyorken onu başkasının çözmesini beklemek aptallık olur muydu? seonghwa aklında düşünceleri kalbindeki boşluğu ile elinde bir kadeh kırmızı şarabını yudumlarken baloda dans kısmına geçilmek üzereydi ve bunu anladığı an gizlice sarayın arka bahçelerine doru sıvıştı belki şarabından vazgeçmişti ama o labalıkta kalmaktansa alık alık arka bahçede geceyi seyretmeyi yeğlerdi derken bahçenin köşesindeki yapraklarını dökmekte olan bir ağacın altında güzel ve kısa boylu biri oturmuş gibiydi seonghwa o anda tamamiyle iç güdülerine temsil olmuş bir şekilde o kişiye doğru yaklaştı o uyukluyor muydu? saçlarının önlerindeki kahkülleri kısaydı ama ense kökündeki saçları omuzlarına geliyordu seonghwa  farkında bile olmadan yanına oturmuş ve geceyi seyrediyordu ama gecesi o ağacın altına oturmuş kişiydi gecenin karanlığında yüzünün detayları kıyafetinin detayları fark edilmese bile o güzel ve uzun kipriklerini uzaktan bile ayırt edebileceğini düşünüyordu.

     balodaki müziğin yüksek sesininde buraya ulaşmasıyla seonghwa'nın gecesi kendine gelmiş ve uyanmaya başlamış gibiydi.

-ah rahatsız ettiysem özür dilerim sizi izlemek gibi bir amacım yoktu. seonghwa'nın eli ayağı bir birine dolaşmıştı ne diyeceğini kendini nasıl açıklayacağını bilemiyordu

o sırada ise rahatsız ettiğini sandığı kişi ayaklanmış ve o kişi ona 

-bu şarkıyı çok severim dans etmek ister misin? diye sormasıyla seonghwa iyice ne yapacağını şaşırmıştı ama onun dans teklifinide red edemezdi, karşısında ona uzatılan eli tutmasıyla çocuk seonghwa'yı kendine çekti ve seonghwa otamatik bir tepkiyle elini büyüsüne kapıldığı kişinin beline koydu ve hafiften gelen müzik eşliğinde ufak çaplı bir dansa başladılar karşısındaki kişi bir dans pozisyonunda leydinin rolünü üstlenmişti ama aynı zamanda bu dans bir leydi ve beyfendinin arasında geçen danstan ziyade o ikisi için özel olarak oluşturulmuş gibi farklı bir hava yayıyodu. o gece gök yüzünü süsleyen yıldızlar bile sanki o ikisi için nidalar yakıyordu. 

 

     ikisi de dans boyunca dudaklarını aralamadılar bile ama birbirlerine bakmayıda kesmiyolardı sanırız ki o bakışmalar o ikisine yetiyordu zaten ama dansları bitip birbirlerini selamladıklarında sessizliklerini bozdular

   -benim adım hongjoong bu arada bir anda sevdiğim bir müzik çalınca kendimi tanıtmayı unuttun

seonghwa için bu isim aşırı tanıdık gelmişti ama nerden geldiğini çıkaramıyordu, galiba düşüncelerine çok dalmıştı ki hongjoong gözlerini kapatıp hafifçe sinir olmuş gülümsemesiyle tekrar konuştu 

  - gözlerinde gökyüzündeki tüm yıldızların yansıması olan bayım bana adınızı lütüf edecek mi- hongjoong konuşurken onu bir anda kalın bir erkek sesi böldü kaptan demişti hongjoong'a sadece bu kadardı ve hong bu sesi duyar duymaz hafifçe serenatını yapıp arkasını dönmüş giderken seonghwa sadece bu anları izliyordu ama hong ondan uzaklaştığında adını bağırdı hatta iyice hatırlamasını istermişçesine önce adını sonra soyismi ile beraber tekrar adını haykırdı seonghwa,park seonghwa ve kısık sesle büyük ihtimal onun  duymayacağını düşündüğü ses tonuyla "güneşim olsanızda sizin ışığınızda dinlenebilsem" bu sözlerden sonra hong hafif kıkırdamasıyla arkasını dönmüş giderken hafifçe selam verir gibi elini kaldırıp konuştu 

  -bir sonraki buluşmamızda gününüzü aydınlatmam dileğiyle o zaman"

 

  bakış açısından kaybolana kadar onu izledi ve en sonunda kayboldu ama seonghwa hala öylece bakıyordu o hala kendisine neler olduğunu anlayamıyordu ama havada hafiften burnuna gelen kokuyu hissetmişti yanmış darmaduman olmuş tabloların ve tatlı bir zehrin onu bu dünyadan alacak zehrin kokusunu

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 13 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

song of woeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin