beyaz lâleler, bilhassa seversin.

520 38 63
                                    

eğer ben hiç isem o hâlde bu figân nedir?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

eğer ben hiç isem o hâlde bu figân nedir?

𓍯

Aylardan aralık, aralığı sevmez oldum, bilirsin. Aralık ayı balıma dadanan aydır. Usul usul yağmur iniyor, ne vakit başladığına ihtimam etmemişim. Mezar taşının önünde duruyorum. Gözlerim, toğrağın üzerindeki güllere kayıyor, yerlerini beğenmişler ki mis gibi kokuyorlar. Sen de güzel kokardın, yahut seninle âlakalı her şey bana güzel gelirdi.

Ellerimde lâlelerim var, bilhassa beyaz olanlarını pek severdin. Lâleleri mezar taşının önüne bırakıyorum, bir dahaki gelişimde çoktan solmuş olurlar. Solarak giden her şeyin bir güzelliği var, sen hariç.

Tekkenin avlusunda kuşlar kırklara karışıyor. Onların sesindeki hû, yaylı tamburdaki sır bana daima seni hatırlatır. Gözlerim yaşarmaya başladı yine, daima böyle oluyor. Tekrar mezar taşına bakıyorum, rengi çoktan solmuş. Kaç ay geçti ki üzerinden böyle solmuş, bana hâlâ dün gibi geliyor. Ellerimi toprağında gezdiriyorum, seni biraz olsun hissedebilmek için. Ancak bu his daha da yakıyor canımı. Gözlerimden süzülen yaşlar toprağa münzel oluyor, yağmurda sanki artmış gibi.

Dünya akıp gidiyor. İnsanlar telâş içinde, fakat ben burada kalıyorum. İnsan, incindiği yerde kalakalırmış. Babamlar memlekete geri döndüler, ben ise sen yalnız kalırsın diye gidemedim. Ben gidersem çiçeklerine kim bakar dedim, gidemedim. Ya sen? Bu kız bensiz ne yapar diye düşünmedin mi? Her lahza kalbimde bir hicran, her nefeste bir elem taşıyarak seni bekledim. Sen gittin, ben kaldım. Şimdi seni tahayyül etmeden bir gece geçiremiyorum.

Göz yaşlarımı siliyorum lâkin hıçkırıklarıma bir çare yok. Hüznüm yerini gazaba terketmiş gibi ama bunu istemiyorum. Başka bir konu açayım, dün ismin üç kere geçti okuduğum kitapta, yalnız olsam çok ağlardım ama halam yanımdaydı, yapamadım. Babamlar gittiğinden beri halamla kalıyorum, senden sonra evimize hiç gidemedim, eşyalarımı bile annem toparladı. Lakin çocukluk elbiselerinin bulunduğu sandığı unutmuş, onu biriyle aldırmam gerekiyor.

Geceleri uyku tutmuyor, nasıl tutsun? Rüyalarımda bile seni arar oldum. Uykumun arasına karışan hıçkırıklar, seni unutamadığımın birer nişanesi. Hâlbuki, zamanla geçer sanmıştım, iyileşirim sanmıştım. Ama ben senden geçemiyorum, zaman sadece yarayı daha derin kılıyor.

Her şeyde seni arıyorum, her şeyde seni buluyorum. Sen gittin, ben kaldım. Fakat, bu kalış, bir ömürlük gibi. Her şey yerinde sayıyor, her şey seninle beraber mütevakkıf sanki. Ruhum senden sonrasını kabul etmiyor.

Benim için çok sessiz ve içe dönük oldu diyorlar, ne dersin? Dışım sükûn ile zâhir, fakat derûnu mahşer. Kim anlar bunu? Sen olsan anlardın. Soranlara konuşacak pek bir şeyim yoktur, o yüzden sessiz kalıyorum diyorum. Oysa içimde konuşulacak nice şey var.

Gönlüm, dertli bir kuyu misali, derinliklerinde hislerim boğuluyor. Dilimdeki kelimeler, kırık bir saz misali âciz. Her bir kelâm, ifade etmek istediğim hisleri beyan edebilse de, bâzen sukûta mahkûm oluyorum. Bu sukût, içimdeki fırtınaların yankısı. Söylemek istediklerimi dillendirmek yerine, içimdeki sözler ve duygular kıvranak bekliyor, hiçbir ses vermeden, sessizce.

Mezar taşına bir güvercin konuyor, beyaz peçeli bir tane. Evvelce de görmüştüm, kurstaki kızların ellerinde, onunla oynuyorlardı. Başını okşamak için elimi uzatıyorum, kaçmıyor. Artık insanları tanıyor, onlara alışıyor. Lakin ben, birine alışıyorum ve bir daha asla alışmalara alışamıyorum. Ellerimi cebime götürüyorum, ama boşlar. Yiyebileceği bir şey bulsaydım verirdim. Eski zamanlarda yaptığımız gibi.

Gözlerim, mazi hatıralarıyla dolup taşıyor. Yaşadıklarımı tekrar tekrar idrak etmek istiyorum, ama aynı zamanda kaçıyorum da. Sen yokken bir anlamı mı var sanki? İstikbale nazar etmek, geçmişi unutmak mı, yoksa maziye takılı kalmak, geleceği görmememi sağlar mı? Bilemiyorum.

Bazen yalnızlık, karanlık bir hücrede kaybolmuş gibi hissettirir, 999 gün 999 gece. Gözlerim, mazinin hatıralarıyla dolup taşar. Yaşananlar ve yaşanacaklar arasında sıkışıp kalırım. Bu sessizlik, dışarıdakilere kapalı bir sır gibi durur, anlaşılmayan bir meltem gibi eser. Her kelime, bir hasreti ifade eder, her suskunluk bir iç çekişin nişanesidir.

Etrafımdaki dünya, sanki benim için dönmüyor gibi bazen. Ruhumun kıyameti içimde kopar, derunumdaki mahşerde kaybolurum. Kim anlar beni, kim dinler bu sessiz feryatları? Yalnızlık, sükût ve içe kapanıklık. Bu hüznüm, hiç durmaksızın derinleşir.

Gözlerimden yaşlar yine akıyor, hıçkırıklarımın önüne geçemiyorum. En çok seni bir daha görememekten korkuyorum. Ahirette bile kavuşamayız düşüncesi, canımdan can alıyor sanki. "Kim, neyle intihar ederse, kıyamet günü onunla azap olunur." ayeti zihnimde yankılanıyor. Dudaklarım titriyor, ellerim daha çok.

Bir müddet seni izledikten sonra, bir Yasin okuyup ruhuna hediye ediyorum. Gözlerim hemen yanındaki annenin kabrine müteveccih oluyor. Benimleyken annenin kabri başında nasıl da güçlü görünüyordun, hiç zorlanmadın mı? Ben hiç muvaffak olamıyorum.

Seni kaybetmenin ağırlığı ile içim paramparça oluyor. Beşere dair hiçbir iz kalmıyor bende. Eskiden derin hissiyatların esiri olur, parçalanırdım. Şimdi ise hiçbir şeye tesir edemiyorum. O zamanlar küçük bir kızdım ben, kara kuzuydum, Cüneyd Efendi'nin kıymetlisiydim. Büyüdüm, şimdi beni ben bile tanıyamıyorum. Seneler evvel hayalini kurduğum masumiyetim, şimdi kaybolup gitmiş gibi.

Gün gelip geçmişe dönüp baktığımda, o saf günlerin ne kadar süratle gelip geçtiğini görüyorum. Hâtırât, kırık bir ayna misali her köşede kalbimi incitiyor. Belki de yaşadıklarımızın bedeli bu, beşer kalbimin tahammül edemeyeceği kadar ağır bir yük.

Ne seni unutabiliyorum, ne senden kalanları. İçimde büyüdükçe, büyüyorsun. Her lahzamda, her hâtırâda seni yaşatıyorum. Sokaklarda yürürken, adımlarım seni arıyor. Bana bir kez daha gözbebeğim demen için neler vermezdim.

Hava pek de kararmış ama ben fark edememişim. Zaman, yalnız senin yanındayken böyle süratle geçiyor. Elimle mezar taşına dokunuyorum, buz gibi. O gün de senin ellerin buz gibiydi. Bana kalsa, bütün gece burada kalmak istiyorum, ama halam geç kalma demişti.

Gözlerimden süzülen yaşları silip son bir defa daha mezarına bakıyorum. İçimdeki derin sızıyla veda ediyorum. Adımlarım geri çekilirken kalbimin bir parçası orada kalıyor. Biliyorum ki, bu ayrılık nihai değil, hâtırâtın içinde. Ağır adımlarla tekkeden çıkarken, mâzînin gölgesinde bir nebze teselli buluyorum. Halamın söylediği gibi, gecikmemeliyim.

Allah'a emanet ol, Cüneyd.

Allah'a emanet ol, Cüneyd

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
hazan mevsimi, cünzeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin