Yarım saat boyunca oturduğu yerden tabiatı süzüyordu. Alabildiğince bodur meşe ağaçları yemyeşildi. Tabiat bu akşamüstü bir başkaydı. hafifçe esen meltem,bir ferahlık veriyordu. Boş gözlere anlamsızca bakarken tabiata, uzandığı bayırdan dogruluverdi. yanındaki bira şişesine bakıtı. dibinde kalanında bir dikişte içiverdi. sonra şişeyi hırsla fırlattı. Ne çabuk bitti ya! dedi kendi kendine. "ne çabuk bitiyor bu meret. " güneş sağındaki tepelere doğru batmaya yuz tutarken gitme zamanının geldiğine hükmetti. Yerinden ağır ağır doğruydu. sendeler gibi olduysada doğruldu. gözleri birşey arıyormuş gibi etrafa baktı "hah! Oradaymış" dedi seslice.isaret ettiği yöne doğru yalpaladı. Stabilize yola çıktığında park halindeki otomobilin yanına geldi. elini cebine soktu. anahtarı bulamayınca diğer cebine baktı. Nihayet buluvermisti. kontağa anahtarı yerleştirdi ve araç yavaş yavaş yol almaya başladı. Kasetçaları açınca söylenen şarkıya o da tempo tuttu.
Han sarhoş hancı sarhoş
Yolda yabancı sarhoş
bir ara kendi kendine konuşmaya başladı:
-Ulan Remzi, burda olsaydın şimdi ; sarhoşsun arabayı kulanma derdin. iyiki de yoksun. felekten birgün geçirdim ya sensiz. Oh! değdi canıma! Araba mezarlığın yanından geçiyordu ki tüyleri hafifçe ürperdi. Neşesi kaçtı birden. Ölüm, mezarlık, ahiret... diye düşünürken "virajı dönünce iş tamam" dedi içinden. gaz pedalına bu sırada gayri ihtiyari birden yüklenince ne olduğunu anlayamadı. Araç aniden hızlandı. Bir yere çarpmış gibi alt üst oluverdi. Tekerlekler boşlukta dönerken o, baş aşağı bir halde şoför mahalindeydi. Allah Allah ! Noldu ya böyle, n'oldu şimdi! Söylene Söylene kapıyı iteledi. dışarı çıkmak isterken epeyi zorlandı. nihayet stabilize yolun çakıları üzerine yuvarlandı. yavaşça ayağı kalktı. Üstünü başını kontrol etti. kırgı çıkığı olmadığına sevindi. Araca baktı. - Nasıl oldu? Alah Allah! dedi. Ne yapacağım şimdi bu dağ başında. Aracın etrafını dolandı. Tekrar baktı. aracı ters yüz olmuştu. oturup biraz dinlendi. yola baktı. ne gelen vardı ne giden. Güneş nerdeyse batmak üzereydi. Aklına aracını düzeltmek geldi. Birden kalktı. Aracın sağ tarafına geçip kaldırmaya çalıştı. önce hafif hafif salladı. Sonra yüklendi. Fakat nafile... Bir türlü güç yetmiyordu. Ansızın bir selam sesi duydu.,ürktü. Geri dönüp baktı. İki genç ona doğru geliyordu. yaklaşmalarını bekledi. Hem sevinmiş hemde ürkmüştü. - Aleyküm selam, dedi. - Geçmiş olsun, ne oldu kardeş? - Arabam... arabam devrildi. Nasıl oldu anlayamadım. seyir halindeyken birden kendimi bu halde gördüm. - Hmm! dedi. uzun boylu olanı. Adam gençleri süzdü. Uzun boylu olanın üzerinde mavi bir takım elbise vardı. Orta boylu olanda ceketliydi. Hiç yorgunluk ve yolculuk belirtisi taşımıyorlardı. Güleç yüzlü ve güzel simalıydılar.ikisinede bakınca çözemediği bir gizemin etkisinde his etti kendini. bir ferahlık kaplanmıştı yüreğini. Sonra birde toparladı. - Her neyse dedi. sizi Allah gönderdi. bir el atsanızda şunu düzeltsek. - Elbette! dedi orta boylu olanı. Zaten ten bizde yardıma geldik. Her üçü arabaya yüklenince araç gürültüyle tekerlekleri üzerine oturdu. adam rahatlamıştı. Allah razı olsun dedi gençlere. Tek başıma bunu yapamazdım. Siz olmasaydınız her halde bırakıp giderdim. Sonra aklına gelmiş gibi durdu.
-Sahi, nerde oturuyorsunuz? isterseniz sizi şehre bırakayım.
-Zahmet etmeyin biz burda oturuyoruz.
Eliyle mezarlık tarafını işaret etmişti uzun boylu olanı. Adam tekrar teşekkür edip aracına bindi. Aracı hareket edince kornasıyla işaret verip hareket etti. Henüz fazla uzaklaşmamıştı ki aklına uzun boylu gencin işaret etiği yönde ev olmadığı geldi. O tarafta sadece mezarlık vardı. Dikiz aynasına baktı. Şaşırdı, tekrar baktı.
-Hayret dedi. gittiler mi yoksa?
Frene bastı, durdu. arkasına baktı kimsecikler yoktu. - Bukadar kısa bir sürede nasıl gittiler. - Tekrar yola koyuldu. kendi kendine konuştu. - Nerden çıktılar bu akşamüstü? in miydiler cin miydiler? Yok yok... ben sarhoş değilim. iki şişe birayla sarhoş olacak biri değilim. Yoksa rüya mı gördüm...
Şehre nazır mezarlığın alt tarafındaki virajı alan adam çakıl yolu ilerliyordu. Birazdan şehrin kenar mahallesine girdi. Sokak aralarında hafif alacakaranlığında çocuklar çift kale top oynuyordu. dikkatle aralarından geçti. Bir sonraki sokakta ise toplanan çocuklar hararetle tartışıyor; bağırıp çağırıyorlardı. Nihayet evine varmış. Aracını evinin önüne park ederken gözü aracın kaportasına takıldı. - Tüh, dedi. yarım saatlik keyif yapalım dedik neye mal oldu. kim bilir tamirci ne kadar ister şimdi. Söylene Söylene çaldığı kapıdan içeri girdi. Eşi bir anormalliğin olduğunu sezmişti. - Hoş geldin. dedi. Ne oldu yine?
- Ne olacak. Kaza yaptık Kadıntelaşlandı. . - kazamı sana bir şey... - korkma korkma! bana bir şey olmadı. Fakat arabamahvoldu. Rahatlamıştı kadın. Kocasına teselli vermek için konuştu. - Üzülme! Cana geleceğine mala gelsin. Sana bir şey olmasın da... - Dedim ya korkma, kötüye bir şey olmaz. Kadın kocasına gülümseyerek baktı. - nasıl oldu dedi.Anlatsana. Adam yığılırcasına oturduğu koltuktankonuştu. -Mezarlığın orda... - Mezarlık mı, dedi kadın suratı asılarak. Yine içmeye gittin demi? Allah'tan kork... Hanımın sistemlerine alıştı. duymamazlıktan geldi. kaldığı yerden devametti: Nasıl olduğunu anlayamadım. Arabam birden alt üst oldu. Allah'tan güçlükle arabadan çıktım. Arabamı nasıl düzeltecegimi düşünürken iki genç çıkageldi. Biri uzun boylu, mavi takım elbiseli, yapılıydı. Diğeri ona nazaran kısa, orta boylu güleç yüzlü, ceketliydi. Yardım ettiler. Arabamı düzeltiler. Sizi şehre bırakayım dedim kabul etmediler. Mezarlık tarafını işaret edip orda oturduklarını söylediler... Kadın birden heyecanlandı. Gözleri büyüdü. Ağzı açık, adeta donup kaldı. güçlekonuşarak: - Mezarlıkta mı oturuyorlardı, dedi? - Bilmem o tarafı işaret ettiler. Hem bildiğime göre orda ev yok, değil mi? Kekeleyerek cevapverdi. -E...evet! Kocası hanımının halet-i ruhiyesine aldırmadan devametti: Neyse... arabama binip biraz ilerledim. dikiz aynasına bakınca onları göremedim. Hata durdum. Arkama baktım. Bukadar kısa bir sürede nasıl gittiler anlamadım. Doğrusu biraz ürktüm. Fakat Allah onları gönderdi ki bana yardım ettiler. Akşamüstü tek başıma ne yapabilirdimki?... Dalgın dalgın konuşur gibi sayıkladı. - Aslında biri "Zaten biz de sana yardıma geldik" dedi de anlamdım ne demek istediğini. Nerden biliyorlardı ki... Yoksa beni kaza yaparken mi gördüler acaba? Dili çözülmüş gibi ansızın konuşuverdi kadın: Doğru söyledin. Onları Allaha gönderdi... Ama dur bir dakika. mavi takım giyen genç, uzun boylu, yapılıydıdeğilmi? Iıı...evet. - Sana tanıdık gelmedi mi? - Tanıdık mı?... Hayr, hatırlamıyorum. - Geçen yıl Törek köyünde okulda iki genç vurulmuştu hatırladın mı? - Hatırladım da sen ne demek istiyorsun? - Biri şehit Süleyman'dı. bizim mahallede ana yoldaki tuhafiyecilerin orda oturuyordu. diğeri de aşağı mahalledeydi. Kıbrıs mahallesinde. Eee... - İşte senin gördüğün onlardı. mezarları da orda. Zaten sana mezarlığı işaret ederek "burda oturuyoruz" dememişler miydi? - Evet söylemişlerdi. - Zaten geceleri kabirlerinden ışık parlıyormuş. Herkes konuşuyor bunu. Ayrıca o saatte başka kimler olabilir ki? Yoksa seninle ne diye şehre gelmesinler... Adam birden bocalamıştı. Hayret ve şaşkınlık içindeydi. - Doğrusu elbiseleri düzgündü. Hiç de yorgun halleri yoktu. zaten kayboldular. Halbuki ben henüz cok uzaklaşmamıştım...
Kadın heyecanla konuşuyordu. - keşke onlardan dua isteseydin. - Ben nerden bileyim şehit olduklarını - Bak bey! istersen yarın şehit Süleyman'ın ailesine gidelim. ben onları tanıyorum. Hem onlara bunu anlatırız. Hemde dua isteriz. Böylece onları da sevindiriz.
Hmm! Tamam, yarın gideriz gideriz de kafamı karıştırdın sen...
Ertesi gün prefabrik barakanın olduğu sokağa sapan araçtan, kadın ve kocası indiler. Sokakta oynayan küçük kıza bir şeyler sordular. Küçük kız, köşedeki prefabrik barakayı eliyle işaret etti. İşaret edilen evin önünde durdular. Kapı birkaç defa çalındığı halde açılmayınca evde kimsenin olmadığını anladılar. Araçlarına doğru giderlerken kadının aklına başka bir şey gelmişti. Kocasına doğru:
-İstersen diğer şehidin evine, Kıbrıs Mahallesine gidelim, dedi.
Adam üşengeçlik gösteriyordu:
-İyide evlerini bilmiyoruz ki?
-Sora sora buluruz.
Adam durdu. Tereddüt ediyordu.
-Haydi, beni kırma. Bir defada iyi bir şey için yorulalım.
Tekrar araçlarına binip Kıbrıs Mahallesine doğru yönlendiler. Fatih ilkokuluna arkadan dolanıp yokuş aşağı indiler. Mahallenin aşağı taraflarında yol kenarındaki evlerinin kapı önlerinde oturan kadınlara sora sora avlusunda büyük bir dut ağacı bulunan prefabrik bir evin avlu kapısını heyecanla çaldılar. Birazdan tahta kapı gıcırdayarak açıldı. Açılan kapıda beyaz tülbentli, gülümseyen: fakat acının, hüznün, kederin anlında kol gezdiği tertemiz simasıyla, henüz çökmemiş bir kadın belirdi.
Kapıda ayaküstü biraz konuştuktan sonra heyecanları zirveden olan karı koca avluda kayboldular. Evin oturma salonuna girdiklerinde gösterilen kanepelere oturdular. Doğal bir şekilde döşenmiş salonda sadelik esiyordu. Heyecanla kocasını dün akşamüstü yaşadıklarını anlatan kadın adeta titriyordu. Onu dinleyen ev sahibesi kadının yanaklarından, ,inci inci gözyaşları sessiz sessiz dökülüyordu. Fakat gözlerinden yansıyan mutluluk ışıltısı gizli bir müjdeyi, şahadet kokusunu adeta estiriyordu salonda.
-Allah'a hamd olsun, dedi sevinçle, inşallah oğlum şahadet mertebesine nail olmuştur. Zira şahadetinden bu yana gerek onun için gerek arkadaşı Süleyman için tanıdıklardan olsun yabancılardan olsun çok güzel rüyalar gelişmeler işittik. Anladım ki oğlum ve arkadaşı Allah'ın rızasına inşallah kavuşmuşlar...
-Bize ondan bahsetsen...
Ev sahibesi yerinden kalktı. Karşıdaki odaya girdi. Birazdan çıkınca elindekileri misafirlerin önüne, sehpanın üzerine bıraktı.
- Bunlar, dedi. Oğlumun resimleri... Kimi sivilde, kimide askerde çekilmiş...
Adam, resimleri karıştırınca:
-Aman Allah'ım dedi heyecanla. Hanımına döndü. Elindeki resmi göstererek:
-Bu işte, dedi. Buydu, hem de üzerine bu ceket vardı. Allah'ım! ...
Karısı, kocasını elinde tutuğu tam boy resme baktı. Üzerinde ceketiyle kumral saçlı, gülümseyen bir delikanlı gördüm.
Her üçü de manevi bir ortamın havasını teneffüs ediyorlardı. Manevi bir mutluluk kaplamıştı evi. Adam heyecan içindeydi.
-Lütfen oğlunuzdan, yani şehitten bize bahsedin? ...
Gözleri mutluluk ve hüzün karşımı bir onayla kapanıp açıldı kadının. Tülbendine giden eli, örtüsünü düzeltti.
-Oğlum, dedi. Ziyam... Dervişim...
Sözler tane tane uçuşup mazinin derinliğine yuvarlandı. Her kelime hasret, her kelime sevda kokuyordu.