2.bölüm

62 7 2
                                    

Takriben 20 saatlik bir yolculuktan sonra sabah on sularında ancak varabilmişlerdi İstanbul'a. Dört kafadar yol boyu şakalaşmış, birbirilerine destek çıkmış: fakat yorgunluğun elinden kurtulamamışlardı. Gençler otobüsten inerken hepsi yarı uykulu ve bitkin bir haldeydi.
Topkapı otogarı kalabalık insan yığınıyla dolu doludu. Şehirlerarası bu terminal ihtiyacı karşılamayacak kadar hınca hınçtı. Simit satanlar ile yolcu kapan simsarların sesleri birbirine karışıyordu.
Ellerinde çantaları avare avare bir köşeye çekilen üç kardeşten biri diğerine seslendi.
-Mahvoldum ya ! ne yorucu bir yolculuktu.
-Ne zannettin, dedi esmer olanı.
Araya sarışın olanı girdi.
-Kara doğru söylüyor. Burası İstanbul. Daha neler göreceksiniz ki!
-Sarı' ya bak, dedi beyaz tenli olanı. Bilmeyen, ömrü İstanbul' da geçmiş zannedecek.
Sarı alınmış gibi konuştu:
-Lan oğlum, ömrüm İstanbul' da geçmedi; ama en azından Ziya' dan iyi bilirim. Ne de olsa ilk defa evden kaçıyor.
Ziya yolculuktan şikâyet edip ilk konuşandı. İstanbul'a kaçmış yitik neslin kaçkınları olan bu gençler, köşede köşede oturmuş konuşurlarken yanlarından geçen simitçiden aldıkları birer simitle karınlarını doyurmaya çalışıyordular.
Dinlendiklerine kanaat getirdikten sonra ilk davranan, Sarı'ya takılan beyaz tenli arkadaşı oldu. Çantasını kaparken Sarı sordu:
-Nereye Aydo?
Aydın, çantasını omzuna atarken cevap verdi:
-Haydi kalkın. Metin Abiye gidelim. Yorgunuz, biraz dinleniriz belki.
-Doğru, dedi Kara. Minibüslere binelim.
-Ya Beyoğlu'na gitmeyecek miyiz?
İlk defa İstanbul'a gelen Ziya'nın sesiydi. Diğerleri birbirine bakıp gülümsediler. Yolcıu kapma yarışındaki minibüslerin biri duruyor diğeri kalkıyordu. Balık istifi gibi içeri yığılanlar,bağırmalar,çağırmalar... bir curcunadır almış başını gidiyordu.
Yarım saat sonra Galata semtinde inen dört arkadaştan biri olan Kara, önde yürürken arkadaşlarına açıklama yapıyordu.
-Metin, iyi bir arkadaştır. Bizi misafr eder.
-Daha çok var mı?
-Sabret Ziya. Tünel civarına geldik mi tamamdır.
Tünel civarına vardıklarında dar sokaklardan geçtikten sonra bir kapının önünde durdular. -Tak! Tak! Tak!
-Kim o!
Tok bir ses gelmişti içeriden.
-Metin, benim Kara.
Kapı gıcırdayarak açıldı. Karşısında bir yerine dört kişi gören Metin, şaşkındı.
-Gelin,dedi afallayarak.
Dört kafadar içeri süzülürken arkalarından kapı gıcırdayarak kapandı. Burası küçük bir bekar eviydi. Sarılmalar, hoşgeldinler sonrası herkes bulduğu yere yığılırcasına oturuverdi.
-Nerden böyle ya! Dedi Metin. Gözü Ziya'ya takıldı.
-Hiç dedi Ziya omuz bükerek. İstanbul'u görelim dedik.
-Ulan bu işin altında sen varsın Kara. Ziya'yı da kandrıp İstanbul'a getirdiniz ha!
-Ne kandırması ya! Ziya çocuk mu ki kandıralım?
İstanbul'a gidiyoruz dedik. O da takıldı bize.
Biraz muhabbetten sonra:
-Neyse dedi Metin. Ben işe çıkıyorum. Siz dinlenin. Acıkmışsanız mutfakta bir şeyler atıştırınız. Daha sonra gelirim.
-Hayırdır, dedi Aydın; nereye?
Biraz durdu. Dalgın gibi konuştu.
-Biraz işim var dedim ya.
Kestirip atmıştı. Kimse daha fazla soru sormadı. Herkes olduğu yerde uyuklamaya çalışırken Metin, kapıdan usulca çıkıverdi.
İşlerini çabuk bitirmeye niyetli olan Metin o gün ikindide eve döndü. Kapıyı anahtarla açtığında elindeki kese kâğıtlarıyla mutfağa yöneldi. Misafirleri için bir şeyler almıştı.
Misafirlerinden kimi yüzünü yıkarken kimi lavabodaydı. Gözü Ziya'ya takıldı, aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. Özene özene tarağı vurduğu perçemi sağa yalpalarken, ardından birdaha çekiyordu tarağı. Gözleri Metin'e takılınca döndü. Gülümseyen yüzüyle:
-Seni de rahatsız ettik, dedi.
-Ne münasebet, dedi Metin. Rahatınıza bakın.
Gözleri her biri bir yerde yatanlara takıldı. 'birazdan onlarda kalkar dedi' içinden. Mutfağa giden Metin'in arkasından Ziya da seğirtti.
-Yardım edeyim.
-Olmaz Ziya. Sen otur!
-Hayır, yardım etmek istiyorum.
Yatacak yeri olmayan Metin o daracık yerde arkadaşlarını ağırlıyordu. O gece aralarında konuşurken başlarına gelenlerden bahsededurdular. Bazen güldüler, bazen mahzunlaştılar. Metin ise Ziya'ya bakıyor, düşünüyordu. Mert ve güvenilir biriydi Ziya, hem cesur hem de dürüsttü. Ziya'yı kendilerine benzetmelerinden korktu.'neden onlara takıldın dedi' içinden. "keşke gelmeseydin İstanbul'a bunlar tekin değil"
Yine de biliyordu memlekette hepsi bir birine komşu; aynı mahallenin, aynı sokağın çocuklarıydı. Elbette bir birinden etkilenecek ardı sıra yürüyeceklerdi. Fakat Ziya'nın yine de İstanbul'a gelmesi hoşuna gitmemişti.
Önceki yıllar aklına geldi. Daha o zaman Ziya' nın dürüstlüğüne şahit olmuş, farklı bir kişiliği olduüunu anlamıştı.
Yüksek bir duvar üzerine oturmuş birkaç ortaokul kaçkını, ellerinde bira şişeleriyle bir yandan içiyor, bir yandan konuşuyorlardı. Subay lojmanları adı altında yapılacak mahalin inşaat alanını kapsayan çevre duvarının altıydı burası. Ansızın başlarına dikilen bir ses onların toparlanmasına sebep oldu.
-Merhaba millet.
-O Ziya! Hoş geldin, gel! -O Ziya! Hoş geldin, gel!
Kara'ydı seslenen. Yavaşça yaklaşan Ziya, bira şişelerini görünce gevşedi. Gözden kaçmayan bu tavır, takılmaları beraberinde geldi.
-Ne o Ziya! Neden durdun?
-Bira şişelerini görünce ürktü garibim.
-Bunlardan mı korktun.
-Sofi mi oldun yoksa?
-Hadi gel sende bize takıl.
İstemeye istemeye yanlarına oturdu. Tiksinti verecek bir koku sarmıştı ortalığı. Elini meze çerezine atarken Metin'in sesini duydu.
-Yarın askeriyenin alt tarafına gideceğim. Gelen var mı?
Sarı Kara'ya baktı.
-Ben gelirim, dedi harçlığım da bitti zaten.
-Ben de, dedi kara. Gidip biraz demir getirelim de satalım.
-Ben de...
Ziya' da onlara katılmıştı. Ertesi gün şehrin alt tarafındaki askeriyenin çöplüğüne birkaç genç, hummalı bir çalışma içindeydiler. Toplanmış oldukları demir parçalarını bir araya yığıyorlardı. Herkes nefes nefese çalışıyor, güneşin altında boncuk boncuk terliyordu. Kimi bir kamyonet makası, kimide bir araba jantı bulmuş, sata bilecek her türlü demir parçasını bir araya getirmişti.
Bir müddet sonra Metin, arkadaşlarına seslendi.
-Hey tamam! Yeter artık gelin.
Demir yığınına doğru gelen arkadaşları sevinçliydi.
-Bu gün iyi topladık.
-Demirci Tahsin iyi para verir.
-Bunu nasıl taşıyacağız arkadaşlar. Bu çok...
-Birazını bu gün birazını da yarın taşıyalım. Ne dersiniz?
-Tamam.
-Tamam, öyle yapalım.
Herkes yüklenmiş olduğu birkaç parçayla yola koyuldu. Yol uzadıkça ellerindeki beş kilo elli kilogrammış gibi gittikçe ağırlaşıyordu. Alınlarından dökülen ter yakalarını, koltuk altlarını iyice ıslatmıştı.
Birkaç saat sonra ellerine aldıkları parayla herkes mutluydu. Adeta yorgunluklarını unutmuşlardı.
-Arkadaşlar, dedi Metin. Emeğimize değdi. Haydi gidelim.
Ertesi gün ise Metin hariç Kara, Sarı ve Ziya demir yığının yanında soluklandılar.
Dünden geri kalan demir yığınını üçe bölüp yola koyuldular. Kimi uygun bir şekilde yüklenmiş, kimide ellerinde adeta kucaklanmış gibi taşıyordu. Aynı yorgunluk onları pes ettirmedi. Nihayet demircinin ellerine tutuşturdukları para, yüzlerini güldürdü.
-Arkadaşlar, dedi Sarı. Üçe bölüp hemen gidelim.
-Zaten benimde sigaram bitti.
Ziya her ikisine de bakıp duruyordu. Bu bakış ikisinin de dikkatini çekmişti. Bir mana vardı bu bakışlarda.
-Ne oldu, dedi Kara; niye öyle bakıyorsun?
-Yani, dedi Ziya. Metin'in payını vermeyecek misiniz?
-Ne payı, dediler şaşkın şaşkın.
-Ne payı mı? Dün bizi oraya götüren oydu. Demiri toplamamız da o vardı. Evet, taşımamızda yoktu; ama yinede vermemiz lazım.
Her ikisi de düşünüyor, ses etmiyorlardı. Ziya ellerine tutuşturulan paranın bir kısmını ayırdı. Geri kalanı üç parçaya böldü ve diğer ikisine paylarını verdi. Her üç kafadar sessizce birbirinden ayrıldılar.
Birkaç saat sonra Metin'i arayıp bulan Ziya, elini cebine sokup ona avucundaki parayı uzattı. -Ne bu, dedi Metin?
-Bu dedi Ziya senin payın.
-Pay mı, ne payı?
-Dün topladığımız demir... Bugün Kara ve Sarı'yla gidip geri kalanı getirip sattık. Dörde böldük. Bu da senin payın.
-Bi Dakka. Yani ben olmadığım halde ban pay mı ayırdınız?
-Evet
-Yaa!
Eliyle çenesini kaşıyan Metin, manalı manalı bakıyordu Ziya'ya.
-Doğru söyle, dedi ansızın. Bu senin mi yoksa onların fikriydi?
-Ne önemi var ki?
-Var var sen cevap ver.
-Şey!... Ben teklif ettim.
-Anladım.
Hatırladığı bu olay onda Ziya'ya karşı derin bir muhabbet beslemesine sebep olmuştu. Biliyordu ki Ziya, kişiliği kolay kolay bozulan bir tip değildi. Evet, serseri olabilirdi. Fakat arkadaşını yarı yolda bırakacak ya da satacak biri olamazdı. Ona güvenebilirdi her zaman.
Ertesi gün Metin, bir ara dışarı çıkmışken üç kafadar aralarında konuşuyorlardı.
-Aydo, tek başına çıkıp gitti. Biz hep Metin' de mi kalacağız?

-Bilmem.


Kara'nın sorusuna omuz silkerek cevap veren sarı'ydı. Fakat Kara, doğru söylüyordu.


-Hani iki kardeşten bahsetmiştiniz, dedi Ziya. Gazinomuydu kumarhanemiydi bir yer işletiyorlardı.


-Kazım Abiyle Şefik Abi mi?


-Evet, işte onlar... Onlara gidip çalışacaktı sözde. Ne oldu?


-Doğru diyor Ziya. Haydi, Sarı, Metin'e yük olmayalım. Gidip kalacak yer ve iş arayalım.


Çantalarını toplarken Metin içeri girmişti.


-Hayrola, dedi. Nereye böyle?


-Seni yorduk, dedi Kara. Gidelim artık.


-Ziya sen de mi?


-Anca beraber kanca beraber?


-İsterseniz biraz daha kalın...


-Biz gitsek daha iyi olur. Yer ve iş ayarlayalım. Zaten Aydo' da gitti.


-Siz bilirsiniz.


Üç arkadaş elerinde çantalarıyla kapıda uğurlandılar. Beyoğlu'na doğru yol almaya başladılar. Alacakaranlığın çöktüğü Beyoğlu, rengârenk olmuştu. Işıkların ve renklerin cazibe koktuğu Beyoğlu'nda hayatı gece olarak algılayanlar için karanlık; bir örtüydü, bir sığınaktı. Barların, pavyonların, gazinoların ve kumarhanelerin albenili alemin de dans eden tek şey renklerdi. Sokakları güven korkmayan İstanbul' un bu semti, nefsin özgürlük sahasıydı.


Sokağın başında beliren üç genç ellerinde çantayla ilerliyordu. Gecenin isyan kokan hali Ziya'nın gözünden kaçmadı. Kara ve Sarı ise alışkındı. Bu ilk kaçışları değildi evden. Ziya kaldırımdaki lirli pazarlıklara, taksilerde ve karanlık köşelerde cereyan eden fuhuşa inanamıyor, bir rüyada olduğunu düşünüyordu.


Gündüz sesiz olan bu sokakların tüm kirliliğini, gecenin örtüsü içinde gizlenmesi Ziya' yı düşündürmüştü. Arkadaşlarından geri kaldığını anlayınca adımlarını hızlandırdı. Ara sokaklara daldılar. Gidecekleri yeri bilen bir eda vardı Kara ve Sarı' da.


Bir gazinonun girişinde durdular. Kapıdaki kabadayılardan biri sordu:


-Kime baktınız hemşerim?


Kara ve sarı'ya bakan adam kısa bir şaşkınlık geçirdi.


-Vay kara sen misin?


-Benim ya! -Yahu buda sarı değimli?


-Nihayet tanıya bildin.


-Kusura bakmayın bi an dalmışım.


-Bu da, dedi Kara. Yeni arkadaşımız Ziya...


-Hoş geldiniz, hoş geldiniz.


-Eee! Böyle ayakta mı bekleyeceğiz kapıda?


-Olur mu öyle şey! Gelin içeri geçelim.


soğuk süreçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin