Selamun Aleyküm.
Her doğan insanın hayatı mükemmel olamıyordu maalesef. Her genç kızın derdi almak isteyip de bir türlü alamadığı makyaj malzemeleri, şu kafeye mi yoksa bu kafeye mi gidelim olamıyordu. Bazen insanın imtihanı ailesi olurdu veya arkadaşları veya akrabaları veya işi, gücü, okulu, kariyeri. Ama bazen de hepsi bir arada bir insanda toplanırdı.
Uyanmak işkence miydi? Bana mı öyle gelirdi bilmem. Zira, salondan gelen bağırma sesleri işkenceden farksızdı. Yer yatağımın üzerinde bağdaş kurup, bir süre karşımdaki duvara baktım. Bir belki daha çok cam şeylerin kırılma sesi kulağıma ilişti.
Kalkıp banyoya girdim, elimi yüzümü yıkayıp yüzüme baktım.Zaten yüzüm zayıf değilken, bir de göz altlarımın şişmesi tipimi su aygırına benzetmişti. Ne kadar güzel.
Taşlığa çıktığım zaman annemin oturmuş kahvaltı yaptığını gördüm, gözleri kızarmıştı. Bir şey söylemedim, bıkmıştım. Gidip yanına oturdum.
"Günaydın" dedi, gülümseyerek. Aynı şekilde karşılık verdim fakat başka bir şey konuşmadım. Yine kavga etmişlerdi ve bu bariz belliydi. Annem söylemedikçe de sormayacaktım."Zehra, Gönül Hanım aramış annem." Duyduğum isimle içtiğim çay boğazımda kaldı. Küçük bir öksürme seansından sonra gözlerimi büyütüp anneme baktım.
"Ne dedi?"
"Kerem oğlum seninle görüşmek istiyormuş, seninle de görüşüp artık istemeye gelelim diyorlar."
"Babamla konuşmuşlardı değil mi?" Kafasını salladığında, midemin burkulduğunu hissettim. Heyecan iyi gelmiyordu bana.
"Söyle anne de, mahallenin sonundaki çay bahçesinde görüşelim yarın. Babama da söyleme, o gittikten sonra gideyim görüşmeye. Boşuna canımız sıkılmasın."
_
Siyah bir elbise, üzerine de siyah bir şal. Cenaze evine mi gidiyordum yoksa evlilik görüşmesi mi bilinmeyecek bir haldeydim. Fakat böyle daha rahat hissettiğimi fark edip umursamadım. Hızlıca annemle görüşüp, telefonumu kapıp dışarı fırladım. Mahalle sonundaki bahçeye ulaştığım zaman kimsenin olmaması işime gelmişti. Kimseyi görmek istemiyordum, hesap vermek istemiyordum.Etrafa bakınırken bir sima çarptı gözüme. Tanıdık bir sima, kalbimi heyecandan 500 attıran bir sima.
Taranmış olduğu her halinden belli simsiyah saçları alnına dökülmüş, nasıl mükemmel bir manzara oluşturduğunu bilmeden öylece telefonu ile uğraşıyordu. Çok fazla dikizlediğimi fark edip yanına doğru adımladım.
"Selamun Aleyküm." Kafasını hızlıca kaldırdığında göz göze geldiğimizde heyecanım, daha fazla yükselebilirmiş gibi daha da yükseldi.
"Ve aleyküm selam Zehra, buyur."
Karşısına oturduğumda hiç beklemeden çayları sipariş etmiş, ufacık bir nasılsın faslından sonra ilk konuşan o'ydu.
"Zehra, konuyu çok uzatmak istemiyorum. Zira heyecanım da izin vermiyor zaten. Seni ilk gördüğümde günlerce etkin altında kaldım, çıkamadım. Konuşmak istemedim seninle bir bahanem olmadan, saygısızlık gibi hissettim. Sonra da işte anneme söyleyip seninle görüştüm ben." Duraksadı. "Geçen haftaki konuşmamızdan sonra da fark ettim ki, gerçekten eş olacak birisin. Şükürler olsun ki, sen de kabul etmişsin zaten. Ben diyorum ki, bir an önce isteme, söz olsun ve bir isim konulsun."
"Benim için bir problem yok. Babalar görüşsün istersen, sonra dediğin gibi olabilir."
Gözlerinin içinin parlaması ile hayrete düştüm. "Ben de ne buldu ki" hissine izin vermeden mahçupluğum tekrar yüz üstüne çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
_Kainat Güzeli_
SpiritualYarı texting. Gözlerimi kaldırdım. Gözlerimin ta içine bakıyordu. Düğüne ne kadar kalmıştı sahi? Kimdi bu karşımdaki yabancı? "Neden?" diye sordum, tekrarladım. "Neden!?" "Babasından sevgi görmemiş, bir kere sevilmemiş biri iken nasıl sevilmeyi b...