Yüzüme vuran sıcak ve genzime dolan barut kokusu içimin ürpermesine sebep oldu. Dışarıya doğru ilk adımımı atmadan önce çevreme bakındım, gidebileceğim daha iyi bir yer olabileceğine oynadığım kumarımın beni yarı yolda bırakmamasını diledim. Görünürde birkaç kuru ağaç ve dikenleşip kurumuş bodur çalılar dışında hiçbir şey yoktu, tabi bir de karşıdaki ev vardır ki o evde hala biri olup olmadığını bilmiyordum.
Hala tam olarak dışarı çıkmış sayılmazdım, kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım; hafif kızıllaşmış gökyüzü toz bulutlarıyla kaplıydı. Evin kapısını bilerek kapatmadım ve artık dışarıya doğru yürümeye başladım. Gördüğüm çiftin gittiği yöne doğru gitmeyi düşündüm ki zaten başkaca bir seçeneğim de yok gibiydi zira daha ileride bitmek bilmeyen bir düzlük vardı, tepelerin arkasında başka bir şey olabileceğine sığınmak daha olası gelmişti. Yavaş adımlarla ilerledim, tepeler küçük fakat tırmanması göründüğünden zordu çünkü kayadan çok kurumuş toprak gibiydiler ve ayaklarımın altından kayıp gittiklerini her bir adımımda hissedebiliyordum.
Sonunda en üste geldiğimde dizlerimin üstüne çöküp tepenin arkasında ne olduğuna baktığımda daha sık ağaçlar olduğunu ve etrafın git gide yeşerdiğini fark ettim. Kafam oldukça karışmıştı, tepenin iki tarafı farklı iklimlere ait gibiydi; bir tarafta uzaklarda beliren masalsı büyüklükte ağaçlar varken diğer tarafta kuru topraktan bir düzlük vardı. Tepeden aşağıya ilk adımımı attığımda toprağın artık ayaklarımın altından kaymadığını ve zeminin hafif ıslak olduğunu fark ettim, bu sefer daha hızlı adımlarla tepeyi indiğimde genzimi dolduran barut kokusu yerini oksijene bıraktı. Etrafta sığınabileceğim bir yapı yoktu, uzaklardaki ağaçlara baktım ve içimden oraya ulaşabilirsem bir şansım olabileceğini, otostop çekebileceğimi ve belki de eve dönebileceğimi geçirdim.
Ne kadar süre yürüdüğümü bilmeden uzunca bir vakit yürüdüm... Dizlerimdeki ağrı ve taşıdığım çantanın ağırlığı katlanılmaz olmaya başladığında ağaçlardan birine yaslandım, şoku atlatıp atlatamadığımı anlayamamıştım ama ölmeye çok yakın olduğumu ve artık yardım çığlık atmamın beni daha az tehlikeye sokacağını anlamıştım. Ağacın dibine çöküp bir süre sadece oturdum, ardından bağırmaya başladım.
''Beni duyan birileri var mı?''
''İmdat!''
''Buradayım!''
Etrafta tek bir fısıltı bile yoktu. Çaresizliğim yüzüme çaptığında ellerimle yüzümü kapatıp derin nefesler almaya çalıştım, delirip delirmediğimden bile emin değildim.
''Neredesin?''
Oldukça uzaktan gelen sesle irkildim, hangi yönden geldiğini bile anlayamamıştım ama tüm gücümle tekrar bağırdım, ardından aklıma silahım geldi. Nasıl ateş edeceğimi bilmiyordum fakat başka bir çarem olmadığı da ortadaydı, kendimden olabildiğince uzakta tutmaya çalışarak namluyu gökyüzüne çevirip ateş ettim. Çıkan keskin ve yüksek ses kulaklarımda yankılanırken sendeledim fakat yere düşmedim, ardından çok da uzaktan gelmeyen bir ateş sesi daha duydum ve tekrar bağırmaya başladım; birileri beni fark etmişti.
İçimdeki korku ve adrenalin birleşmiş, kalbim inanılmaz hızlı atıyordu. Kendi kendime kaçmak istiyorsam bunun son şansım olduğunu hatırlattım fakat kaçmadım, oturduğum yerden de kalkmadım ağacın dibinde elimdeki silahı sıkıca kavrayarak beklemeye devam ettim. Kısa süreli sessizliği yerdeki minik ve ince ağaç dallarının çatırdama sesleri böldü, sesler arkadan geliyordu. Elim hala silahımdayken yalnızca kafamı ağacın hizasından çıkartıp arkama baktım; henüz yüzünü seçebileceğim kadar yakınımda olmayan fakat erkek olduğunu tahmin ettiğim kişi yaklaşıyordu, o da beni görmüş olacak ki elini silahına götürdü ve hareket etmemem konusunda beni uyardı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken bağırdım.
YOU ARE READING
Zincir
FantasyYazdıklarımın tamamında ve tüm karakter oluşumlarında hayatımdaki insanlardan esinlendim. Yaratıcının birbirine sıkıca bağladığı halkalardan oluşan zinciri kırıp özgürleşmeyi diledim.